25 Şubat 2011 Cuma

bitmeyen kış...



Hava kapalı, yağmurlu. Ayağımdaki 5 aydır beni terk etmeyen nasır gece uyutmadı beni, acıdan kıvranıyorum. Bugün dersim yok, evdeyim. Yağmurlu havada araba kullanmayı hiç haz etmediğim için canım dışarı çıkmak da istemiyor. Sevgilimi özledim. Günler geçmiyor. Hala 80den fazla gün var. Mutsuz değilim ama bugün böyle birgün işte. Sıkılıyorum. Sığamıyorum. Sürekli söyleniyorum içimden birşeylere; sevgilimin yanımda olmasını engelleyen düzene, ayağımdaki tırnak kadar nasırı kriyoterapi, lazer, bok püsür ne varsa yapıp hiçbirşeyle düzeltemeyen doktoruma, pazar günü günün ortasına koyulan toplantıya, o kadar ilaca rağmen annemi uyutmayan her ne ise ona, sıkıntıdan beni yoklamak üzere olan ama aklıma getirmemeye çalıştığım panik atağa, akşamdan beri durmadan yağıp altyapısı süpersonik olan şehrimin tüm yollarını göle çeviren yağmura, ama en çok da şu kışı onca güzel sevdicekli yaz günlerinin ardından bu şekilde sevdicekten ve ona yüklediğim tüm güzel şeylerden uzak geçiriyor olmama sövüyorum...Sevgilim gelsin artık nolur! O zaman ne yağmur, ne çamur, ne panik, ne atak, ne toplantı umrumda olurdu....bininci kere söylüyorum ama bahar gelsin, yaz gelsin, sevdicek gelsin, ve bu kış bu modda geçirdiğim son kış olsun...
http://www.youtube.com/watch?v=BhXcjbwpB68

24 Şubat 2011 Perşembe

4. Mim vakası ve ilk ödülüm:)



Sevgili Mia Wallace beni mimlemiş. Ayrıca ilk ödülümü de kendisinden almış bulunuyorum, çok teşekkür ediyorum:) Gelelim mim sorularına ve benim cevaplarıma:
Gün içerisinde gerçekleşirse şok olacağın şey?
Negatif birşeyler yazmak gelmiyor içimden açıkçası şu an. O yüzden mesela desinler ki zorunlu askerlik kaldırılmış ve ben sevdiceğime hemen bu gece kavuşacakmışım. Ben de bayıla bayıla şok olayım:))
Gördüğün zaman eğer almazsam uyuyamam dediğin şey?
Çok beğendiğim bir kıyafet ya da ayakkabı veya harika bir puzzle olabilir.
Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey?
Profiterol. (Akdeniz Pastanesinden olacak ama:)
Kendine en çok yakıştırdığın renk?
Saçımı ne renge boyatırsam boyatayım, kesinlikle siyah.
En sevdiğin takın?
Takıyı çok sevmem aslında. Ama kendime bir yüzük almıştım üzeri taşlı top şeklinde, onu çok severim. Bir de ev harici kolumdan çıkarmadığım siyah kayışlı fossil saatimi.
Takıntın?
Bende takıntıdan bol birşey yok ki:) Mesela dağınık bir odada asla uyuyamam. Baş ucumda koca bir bardak su olmazsa uyuyamam. Eğer bir yere kalmaya gidiyorsam evdeki bütün fişleri çekerim. Sürekli saçlarımı tararım:) Saçlarım o gün formunda değilse çok mutsuz olurum. Sevdiceğim çok sevdiği için elbise giyme takıntısı oluştu bende bir de, en azından onunla beraberken, vs vs.:)
Ben hu şarkıyı duyunca şakırım?
Ohooo o kadar çok var ki. Ama başlığı görünce ilk aklıma gelen Sezen Aksu'nun "Şarkı Söylemek Lazım"ı geldi. Başka, "Can't take my eyes", "Love Song", Teoman'ın tüm şarkıları ve "Yağmurun Elleri" olabilir. Daha çok var ama...
Solunda ne var?
Kaydadeğer birşey yok, L koltuğun uzun tarafı ve üzerinde 2 yastık ve 1 kumada var.

Benim mimlediğim bloggerlara gelince; paranoid elmyra, hayal@, drukiyyes, girlythings, cevaplamak isteyen herkes ve şu an yazamayacağını bilsem de sevdiceğim kişisi crimean.
Ödülü de beni takip eden herkese armağan ediyorum.
Mia'ya tekrar çok teşekkür ediyorum.
İyi akşamlar:)






21 Şubat 2011 Pazartesi

içim rahat:)

Cumartesi'den beri yazıcam, fırsatım olmadı bir türlü. Ablam sağolsun beni bi kağıt oyununa sardırdı. Shangai Dynasty diye, gözüm ağrıyana kadar onu oynuyorum birkaç gündür. Neyse...
Anlatacaklarım var. Öncelikle, aile saadeti içinde oldukça güzel bir haftasonu geçirdiğimi söylemeliyim. Annemi de aldım, ablamlara gittik, 2 gün kaldık. Bol bol gezdik, eğlendik, hatta altımıza işeyene kadar güldük. Havam değişti, iyi oldu. Ama asıl keyfimi yerine getiren şey şu oldu. Ablamla uzun uzun konuştuk. Onun hayatını, benim hayatımı, annemi en çok da. Ve ikimizin de ortak düşüncelere sahip olduğunu görmek, ablamın manevi desteğini hissetmek beni çok mutlu etti. Annemle yaşadığım için kendimle ilgili daha doğrusu geleceğimle ilgili kaygılarım olduğunu bilen bilir. Mesela şunu düşünürdüm: Birgün tekrar evleneceğim ve o zaman sadece kocamla yaşayabileceğim bir hayatım ve de bir evim olsun istiyorum. Annem hep yakınlarımda olsun ama benim kendime ait ayrı bir hayatım olsun. Sanırım mantıklısı da bu zaten. Ve benim bu konuyla ilgili kaygılarım vardı. Ablamla konuştuk. Kendisi annemle birlikte yaşamak istediğini, benim hayatımın ne kadar zor olduğunu anlayabildiğini, annemin de yavaş yavaş bu duruma alışmasının iyi olacağını söyledi. Tabii bu hemen olacak birşey değil. Belki 1 yıl sonra belki 3 yıl sonra, ama en azından benim kafamdaki endişeler dağıldı, soru işaretleri yerlerini noktalara bıraktı. Şöyle düşündük. Ben yazın zaten neredeyse günde 10 saat iş yerinde olduğum için ve akşam ve haftasonları da fıttır fıttır gezdiğim için, annem 2-3 aylığına ablamın yanına gidecek. Tabii ben de arada gidip gelicem. En azından aklım evde kalmayacak. Yaşayan bilemez ama insanın aklının evde kalması, o kişinin yere göğe sığamaması ve gittiği yere hiçbir şekilde adapte olamamasına sebep oluyor. Bu yüzden de ablam sağolsun, cidden içime su serpti ve beni çok rahatlattı. Ben mutlu, ablam mutlu, annem mutlu:)
İçim huzurlu ya iş yerindeki huzursuz olan ve huzursuz etmeye çalışan insanlara bile gülüp geçiyorum. Koskoca insanlar ve neyin, kimin peşinde oldukları belli değil. Yaptığım en iyi ve en hayırlı şey, dersime girip çıkmak. Etraftan birisi bişey söylerse "hıhı" diyip dinlemek, geçmek. Ah be sevdiceğim burada olsaydı şimdi cennet gibi bir yer olurdu o 4 duvar. Mayıs gelsin, sevdicek gelsin artık!
İşte böyleee...herşey yolunda gibi çok şükür. Ama yine de içim buruk, bir yanım eksik sevdicek olmadığından dolayı. Yarın emdr var. Bakalım nasıl birşeymiş? Merak ve heyecan içindeyim...
İyi geceler...  

18 Şubat 2011 Cuma

ortaya karışık

Gecenin körü aklıma gelenler sinsilesi...,teallaam:)

Yine "O" evdeydik, doğduğum, çocukluğumun evi. O kadar küçüktüm ki elim elektrik butonuna yetişmemişti hava karardığında. Yalnızdım evde o saate ilk defa. İlk defa annem geç kalmıştı demek ki. O an aklımdan geçenleri dün gibi hatırlıyorum. Annemin öldüğünü sanmış, küçük beynimde senaryolarımı bile yazmış, sokak kapısının önüne çömelmiş ağlamaya başlamıştım. Artık nasıl hönkürerek ağladıysam yan ve karşı komşular kapıya toplanmış, kapıyı açmam için dil döküyorlardı. Açtım. Şefkat falan gösterdiler sağolsunlar, evlerine aldı beni Neriman Teyze. En fazla yarım saat sonra da annem geldi. Huzur buydu...

Babamla ilk ve son kavgam. Sebebi hayal meyal hatırlıyorum ama kesinlikle lise sondaydım. Sürekli birlikte kaldığımız bir kankam vardı. Onlarda kalıcam yine diye ısrar mı etmiştim ne. Normalde hep izin veren adam o gün sanırım ters bir gününde olduğundan süpersonik bi tepki vermişti şahsıma. Yemek yiyorduk, tam karşımda oturuyordu ve bizim diyaloğun üstüne bana doğru yemek dolu bir tabağın uçtuğunu gördüm. Eğilmişim Allahtan. Aynen duvara geçti tabak, kırıla döküle. Sonra bir bağrış çağrış, balkon kapısını kapattığımı hatırlıyorum dışarı ses gitmesin diye. Terkedicem bu evi, kurtulursun benden demiştim sanki adam hep böyleymiş gibi. Ayıpmış bana. Ne kadar dellendiysem ve dellendirdiysem de elini kaldırmadı bana ne o gün, ne başka bir gün...

Bir de yine çocukken kağıt bebekler vardı. Hala var mı acaba? Dergi şeklinde alırdık. Karton arka kapaktan çıkarırdım bebekleri. İçeride de kıyafetleri olurdu. Değiştire değiştire giydirir, yanyana dizerdim onları. Hatta kendimi aşıp onlara kıyafet tasarladığımı, düz beyaz kağıttan kesip pastel ve sulu boyalarla boyadığımı hatırlıyorum. Çok yaratıcıymışım o yaşta:)

Sessizdim, şımarıktım, ağzım hep açık gezerdim nedense, böğüre böğüre ağlardım, salak salak da gülerdim küçükken. Hep birilerini kaybetme korkusu yer etmiş içime taa o zamanlardan. Şimdi şimdi anlıyorum düşündükçe, hatırladıkça. Demek ki o zamanki aklımla bu duruma içlenmeyip onun yerine şımarıklığa vuruyormuşum. Olamaz mı? Olabilir...Çok da birşey değişmemiş esasen:)

Üzülerek yazmıyorum bunları, sadece basitçe aklıma geldiği için yazıyorum, gülümsüyorum. Cumartesi günü Sibel Hanımla gerçekleştirdiğim ilk terapi sonrası, yani klasik olarak çocukluğuma döndürüldüğümden beri elimde olmadan aklıma geliyor bunlar. Hatırladıkça da oh be diyorum, o kadar da unutkan değilmişim demek ki:)

Cesaret işte biraz cesaret gerekiyor sadece bazı şeyleri, bazı gerçekleri kabullenmek için, onlarla yaşamayı öğrenebilmek için. Kendime dönüyorum, bulunca ya da bulduğum sürece o cesareti mutlu olabiliyorum, ayakta kalabiliyorum.

Ne zamandır yapmak istediğim birşeyi yaptım, 6 yıılık çakma sarışınlığın üstüne saçlarımı siyaha boyattım ve çok da mutlu oldum. Aynada eskilerden hatırladığım bir kadın görüyorum şimdi, kendi kendime gülümsüyorum yine. Evimize ilk defa antidepresan girdi. Annemi aldım, psikiyatra götürdüm son zamanlardaki sıkıntılarından dolayı, anksiyete bozukluğu dedi doktor, verdi mutluluk ve uyku haplarını. Ailecek gülüyoruz kaç gündür. Annem gülüyor, ben de gülüyorum yani.

Bazen insana kabullenilebilirmiş gibi gelen birşey, bir zaman sonra çekilmez gelebiliyormuş. Tümevarım yapıyorum tabii ki burada.Her gün yüzyüze baktığım insanın 2 ay önce bana koymayan halleri, tavırları, bugün bir bakıyorum beni rahatsız etmeye başlamış. Değişik. Büyüsek de, bazen "sinir olma" hissimize çare bulamayabiliyoruz demek ki...

Bu gece kendimce değişik bir karar almış bulunuyorum. Bu yıl doğum günümde gidip organlarımı bağışlayacağım. Zaten tam da organ bağışı haftasıymış. Öldükten sonra da birilerine faydamın dokunabilecek olması enteresan bir his olsa gerek, olmalı.

Bir de karar verdim, 50 yaşıma geldiğimde Nilüfer gibi bir kadın olmak istiyorum ben. Orasının, burasının içİne estetikle .ıçmamış, yaş aldıkça göze (en azından benim gözüme) daha da güzel gelen bir kadın. Hastasıyım:)

Sevgilim hala uzakta, hep içimde, özlemim baki. Olmadı, alışamadım burada, burnumun dibinde olmayışına. 11 Mart'ı bekliyorum sarılmak için, sokulmak için...Özlüyorum, bekliyorum çünkü çok seviyorum ve sevildiğime inanıyorum.

Bu posttan öğrenmemiş olsak da mutluluk neredeymiş, içimizdeymiş. Herşey aklımızda bitermiş ya da bitmezmiş...Önemli olan aklımızın yerinde olmasıymış:) Ve inandığımız şeyler için yaşarmışız, yaşamalıymışız hep:)

İyi geceler:)

Ha işte aynı bu bebekten vardı benim misal:))


 

10 Şubat 2011 Perşembe

negzel hayaller:)

Canım sıkkınken yazmak istemiyorum bir süredir. Eski yazılarımı okuyunca ve kendimi okuyan kişilerin yerine koyunca, negatif, depresif, problemli bir şahsiyetin elinden, zihninden çıkmış olarak görüyorum paylaştığım şeyleri. Oysa ki değilim. Cidden değilim. Mutlu olduğumda etrafımdakilerle çok rahat paylaşabildiğimden ve mutsuz olduğum zaman daha çok içime kapanan bir insan olduğum için, yazılarım da daha çok içime attıklarımın dışa vurumu oluyor; içime döndüğümde, kafama takılan şeyler yüzünden dünyayla bağlantımı kestiğimde kendimi daha çok yazarken buluyorum ve sonra okuyunca da zaman zaman kendi kendime fenalık getiriyorum ...

Nitekim, bu gece sıkıcı şeyler yazmak istemiyor canım..Biraz hayal kurmak istiyorum. Mesela sevdiceğim gelmiş, o gelince keyfim de yerine gelmiş. Süper bir hava var. Sabah 9, akşam 7 çalışmışız ama öğle yemeğini yerken akşam ne yapsak diye düşünüyoruz. Perşembe olmuş, hafta sonu telaşı başlamış yine, en büyük sorunumuz nereye gideceğimize karar verememekmiş (negzel). Cuma akşamından çıkmışız yola, canımız nereye isterse oraya doğru, sevdiceğim de öğrenmiş nihayet araba kullanmayı, sevdiğimiz şarkıları dinleyerek heyecanla gidiyoruz kafa dinlemeye. Gece olunca ne kadar içersek içelim sarhoş olmuyoruz(m), daha önemlisi hiç midem bulanmıyor, keyfimiz yerinde, sevdiceğimin eli elimde, sarılmadan uyumuyoruz. Eve dönünce de güzel herşey. Ailede herkes süper sağlıklı hep istediğim gibi. Annem belki evde değil ama ablamın yanında sıhhatte ve güvende olduğunu bilmek huzur verici. Yaz sonuna doğru kış planları başlıyor, hatta kıştan önce Almanya, Hollanda planları. 9 günlük bayram tatili 19 gün olmuş negzel:) Hep paramız da varmış hiç bitmeyen. Bizimle beraber olmak isterlerse buyursunlar gelsinler dediğimiz arkadaşlarımız varmış. Arada F'nin ve B'nin bebeklerini sevmeye de gidiyoruz tabii, sağlıcakla tosun gibi doğmuşlar Mayıs'ta. Meğer onlar da sevdiceğimin gelmesini bekliyormuş çıkmak için:) Herşey güzelmiş, herkes mutluymuş, uzanmışız kumsala güneş, güneş lekesi bırakmadan yüzümüze, üstümüze damlıyormuş...Sevdiceğim bir daha hayatımdan gitmemek üzere buradaymış, içimdeymiş...Hayat negzelmiş, bizim gibi...

Hayal kurmak güzel, internetteki tatil sitelerine bakıp 14-15 sonraki hafta sonları için planlar yapmak eğlenceli...Öte yandan benim sıradan hayatım, benim hiçbir katkım ve müdahalem olmadan devam etmekte. İş yerinde "görmedim, duymadım, bilmiyorum" moduma bir de "ilgilenmiyorum"u ekledim. Annemin gece yatağına girdiğinde içini saran ölüm korkusu, pazartesi günü gittiğimiz kardiyaloğun "uykuda kalp krizi geçirilmez" telkininden sonra azalmış görünüyor. Ablamlar ailecek iyileşti ki sesleri sedaları çıkmıyor. Sevdiceğin gelmesine 97 gün kaldı (en azından 2 haneli rakamlara indik). Keşke günün değişik saatlerinde, boğaza karşı, çayını yudumlayıp telefonundan en sevdiği şarkıları dinlerken arkasından usulca sokulup sarıp sarmalayabilsem ve baktığı manzaraya beraber anlam katabilsek. Martta gidicem yanına inşallah, 1 gün hatta şans bize gülerse 2 gün sağ kolunun altına koyucam kendimi negzel. Gideceğim gerçeği ve o anları düşünmek, Şubat ayının çabuk geçmesinde en büyük destekçim oluyorlar / olacaklar. Hatta ayın 10'u olmuş bile...

Vaziyet böyle, iniş ve çıkışlarımla ben de böyleyim. Son zamanlarda yakın çevremdeki insanların psikolojilerini düzeltmeye çalışmak bir miktar yordu beni. Şimdi ben de cumartesi günü kendi dengemi düzelttirmeye gidicem. Herşey güzel olsun, hepimiz umutlu olalım...

İyi geceler...

8 Şubat 2011 Salı

mim: çizgi film karakteri

Mia Vallace mimlemiş beni:) Mim sorusu ise şu:
Hangi çizgi film karakteri olmak isterdiniz?
O kadar çok var ki aslında:) Çocukken izlediğim çizgi filmleri düşünüyorum ve de büyükken izlediklerimi, benim bin tane kahramanım var sanırım. She-ra güçlü kuvvetli bi hatun olduğu için olabilir:) Pamuk Prenses simsiyah saçları ve bembeyaz teninden dolayı olabilir:) Rapunzel de upuzuuuuun saçlarından dolayı olabilir:) Ha bi de Pucca olabilir, sevdiceğini sırf bi kere öpebilmek için attığı taklalar yüzünden:)

Mia'ya teşekkür ediyor ve bu mimi drukkiyes, elmyra ve kelebeğin şansı 'na paslıyorum:)
                                        

2 Şubat 2011 Çarşamba

farkında olmak ya da olmamak...

Kara bulutlar dağıldı sanki...annem, ablam ve yeğenim daha iyiler...sevdiceğim yerine alıştı, keyfi yerinde...kredi çektim, borçlarımı tek tek ödedim, hatta bana para bile kaldı fazladan...dişlerim daha bitmedi ama cuma günü bir süreliğine bitmiş olacak...bugün biraz canım yandı ama olsun...şubat ayı güzel başladı gibi, umarım böyle gider:)...gün içinde saçma sapan aksilikler oluyor tabii ama kafamı çeviriyorum kendilerine moralim iyi olunca...

Herkes gibi ben de üzüldüm ve şaşırdım Defne Joy'un ölümüne. Allah rahmet eylesin. Her anın kıymetini bilmek lazım aslında ama biz insan evlatları, nankörlüğümüzden, doyumsuzluğumuzdan mıdır nedir ayıp ediyoruz kendi hayatlarımıza karşı, kendimize karşı. Biraz saldım çayıra mevlam kayıracı olmakta fayda aslında. (söyleyene bak)

Dün akşam doğuştan kolları ve bacakları olmayan adam Nick Vujivic'in videolarını izledim youtubeda. (http://www.youtube.com/watch?v=H8ZuKF3dxCY&feature=related) Sonra kendimden utandım. Aslında utanmak değil de kızdım kendime sanırım. Dünya üzerinde kaç milyon insan türlü dertlerden, hem de çaresi olmayan dertlerden muzdaripken ve bunu kendisine dert etmiyorken, bizim, eli ayağı tutan, sıkıştığında yanında başını omzuna dayayıp içini dökebileceği insanlar olan, karnı tok, tuzu kuru bünyeler olarak zaman zaman umudumuzu kaybetmemiz, isyan ediyor olmamız ne kadar da trajikomik ve aslında ne kadar da gereksiz. Önemli olan sanırım, bu gerçeğin her daim farkında olabilmek. Nerede, kiminle, her ne durumda olursak olalım eğer Tanrı isterse herşeyin üstesinde gelebilir ve her türlü zorluğa dayanabiliriz. Ancak Allah istemezse zaten yapılabilecek birşey yoktur ve tek çare de kabullenmektir hayatı bize geldiği gibi... Keşke "farkındalık" kavramına inanmak ve bunu idrak etmek her zaman bu kadar kolay ve de yakın olsa hepimize. O zaman ne diye onu, bunu ya da şunu dert eder ve hayatı kendimize zindan ederdik ki! Şu anda, mutluyken, huzurluyken böyle yazabiliyorum kolayca elbette ama işte önemli olan her zaman böyle olabilmek, sadece şu gün, şu saatte değil. Keşke bu hep mümkün olsa...kendim için duacıyım ve de iyi niyetli olan herkes için...

1 ay sonra sevdiceğimin yanına gitme planım var ve bu mümkün olursa, yani gideceğim şu sıralar kesinleşirse Şubat ayı benim için daha bir zor ama umutla geçecektir. Onu göreceğim, boynuna sarılacağım anları düşünerek pek bi heyecan içinde olacağım da hiç şüphe götürmez. Bu arada sevdiceğim bana bugün hayatımda duyduğum (okuduğum) ya da bana söylenen diyim, en güzel, en anlamlı, en içten ve beni en çok duygulandıran cümlelerden oluşan bir mesaj gönderdi. Buraya yazmayacağım mesajı ama cidden aldığımda hissettiğim şeyleri anlatmaya kelimeler yetmez. Ben de onu öper, sarar ve de severim:) Bir de çooook özlerim.

Ve bu postu da Vujivic'in sözleriyle bitirmek istiyorum: "In life, you have a choice: Bitter or Better? Choose Better, forget Bitter!"

İyi geceler...