31 Ekim 2010 Pazar

"ne diyorduk"

Haftasonunun bitmesi güzel. Nitekim 7şer saat çalışıyorum Cumartesi Pazarları. Çalışılmayan saatler de uyumak, beslenmek, okey-tavla-batak oynamakla geçiyor istisnasız. Bugün de yine sevdiğim arkadaşlarımla ve sevdiceğimle güzel bir gün geçirdim işten sonra. Gün içinde içimi zaman zaman evdeki durumlar yüzünden bir kaygı kaplasa da yine de hoşça vakit geçirdik mangal partisinde. Yine yazdan kalma bir gün, yine yazdan kalma bir enerjiyle.


O değil de "sevdicekle konuşmak güzel, yemek yemek güzel, müzik dinlemek, film izlemek güzel, geyik yapmak güzel" araba kullanırken yanımda oturması ve elimi tutması güzel, bana batak oynamayı öğrettiği ilk gecede onu yenmek, tavlada ona yenilmek güzel, sabah işe giderken poğaçaları ben alırım diye araması ve daha bir çok şey güzel. Yalnız eski sevgilisi tarafından facebook profiline gönderilen öpücük resmini görmek, acaba hala bu kız bunu arıyor mu diye düşünmek ve sevdicek kıskançlıktan hiç haz etmediği için bunu sormamak güzel değil zannedersem. Kıskançlık gibi bir güdüm olduğu için hoşuma gitmedi bu durum. "Birşeyler hissettiğim insanın bir zamanlar tanımadığım etmediğim, tanımak da istemediğim" ama hergün karşılaşmak zorunda olduğum bir hatun tarafından hala düşünülüyor ve kendisinden birşeyler bekleniliyor olduğunu görmek "sevdiğim şeyler sınıfına girmiyor zira"....


"ne diyorduk..."


"hayat böyle işte"


insanın kanına giriveriyor bir anda huzursuzluk ya da durduk yere sokuluyor...ha bu durumdan memnun muyum, hayır değilim...benimkisi hem can, hem et derdinde olup ne emmeye ne gömmeye gelmek...ben de bu model bi insanım işte...ruslardan da nefret ediyorum ayriyetten, hele ki o rus sevdiceğimin eski sevgilisiyse...ırkçılıksa ırkçılık aq...



"ne diyorduk..."

"hayat böyle işte" ben de böyleyim, oynayacak halim yok.

İyi geceler.

ps. tırnak işareti içinde olan bölümler alıntıdır...sahibi de yabancı değil zaten...


30 Ekim 2010 Cumartesi

anafor

Hayat değişiyor, dünya değişiyor, ben de değişiyorum derken içimde hala 10 yıl öncesinde hissettiğim duyguların, paranoyaların, korkuların, güvensizliklerin barındığını, saklandığını fark etmek çok tuhaf. Psikopat mıyım, paranoyak mıyım adını koyamıyorum. Herşey güzel giderken bu çirkinleştirme, yaşananlara gereksiz anlamlar yükleme dürtüsü-eğilimi nereden geliyor onu da bilemiyorum. Şu yaşa gelip de hala ergenler gibi hissedebiliyor olmaktan utanıyorum bazen, hele de benden yaşça küçük insanların içindeki kocaman olgun insanları görünce...Tamam kuruntularım yersiz, mantıksız biliyorum. Neresinden tutsam da elimde kalıyor ayrıca. Ama elimde değil işte. Ben böyleyim deyip de sıyrılmak da çocukça, onun da farkındayım.
Kafam karışık nedensizce. Nereye tutunacağımı bilemiyorum. Yanı başımdaki mutsuzlukları görünce içim çekiliyor sanki, elim kolum bağlanıyor, bütün hevesim kırılıyor. Kendime şarkılar söylemek istiyorum neşelenmek için, ama bulduklarım hep en acıklısından oluyor.
Çarşaf gibi dümdüz bir denizde yüzerken anafora kapılmak gibi benimki, boğulmayıp kurtulmak ve tekrar kapılmak. Mutlulukla ya da mutsuzlukla uyanılan her yeni gün bir diğerinin tekrarı. Sadece sahne başka, roller başka. Baş rol aynı, üstüme yüklenen rollerden dolayı hayatla, kendimle çelişen ben...
Yine anlamsız oldu, bunu da biliyorum.

29 Ekim 2010 Cuma

gardırop

Orta derecede depresyonda olan bir insan, psikoloğunun "şu anda en çok neyi yapamamak seni rahatsız ediyor" sorusuna "gardırobumu toplayamamak" deyip arkasından da salya sümük ağlamaya başlar mı?
Başlamıştım ben hatırlıyorum.
Hep birşeylerin arkasına sığınma eğilimindeyim sanırım. O zaman da gardırobu suçlamışım mutsuzluk sebebim olarak.
Şimdi de hergün yeni bir sebep ediniyorum kendime itinayla yaşadığım her dakika için, yaptığım ve yapamadığım herşey için.
Nerden geldiyse aklıma akşam akşam...

28 Ekim 2010 Perşembe

pembe panjurlu hayaller...

Sıradan ama yine de mutlu başlayan bir günün bombok bir hale dönüşmesini, küçücük bir şey yüzünden gününün ve modunun içine bir anda edilmesini herkes bilir. Bugün de böyle günlerden biriydi benim için. Uyandım, kahvaltımı ettim, duşumu aldım, evde temizlik olduğu için kendimi arabanın kasko işlerini halletmek, öğrenim kredimin son taksidini ödemek ve sonra da işe gitmek üzere dışarı attım.Banka işlerimi bitirdikten sonra baktım işe daha vakit var dedim eve gideyim de şu kyk sitesine bi bakıyım nedir benim son durum diye. Aman yarabbim bi de ne göreyim, bizim anlaşma sözleşme her neyse iptal olmuş, çünkü eylül taksidini ödememiş görünüyorum. Ay kafayı yedim, işin kötüsü uzun uğraşlarım sonucu 11 tane dekontu buldum ve eylül dekontunu da bulamadım.Ve tabii doğal olarak kendimden şüphe etmeye başladım acaba yatırmadım mı diye:S Çünkü geçen ay o kadar çok ödeme yaptım ki hatırlayamıyorum bi türlü aralarında o da var mıydı diye ki en önemlisi de oydu, bu yüzden büyük ihtimalle yatırmış olmam lazım. Ay bilemiyorum işte, çelişkiler içindeyim.Sabah erkenden bankaya gidip yalvar yakar dekont arattırıcam.Kafayı sırf bu işle bozduğum için günümün 3 ve 9 arasındaki saatleri bok gibi geçti. Akşam sevdiceğimle F'lere gittik oturmaya. Neyse ki F., H. ve sevdiceğim bana aslansın kaplansın gazını verip kredi gazımı alınca keyfim biraz yerine geldi. Zaten keyfimin yerine gelmesi için yanımda yarimin olması yeterli bir de 2 can arkadaşım olunca daha da iyi oldu, unuttum gitti derdimi.

O değil de ben sevdiceğimi cidden çok seviyorum. Mümkün olsa her günümü her gecemi onun yanında geçirmek istiyorum. Hatta utanmadan, içinde bulunduğum "medeni" duruma bakmadan ve sevdiceğimin haberi olmadan bol pembe panjurlu hayaller kurarken yakalıyorum kendimi, sonra da bi çimdik atıyorum "hoop noluyoruz hemşiğre, kendine gel bi silkelen" diyorum. Diyorum çünkü aklımda cevabını bilmediğim ve cevabını bildiklerimin de cevaplarının çok da işime gelmediği sorular var. Bi kere benim sevdiceğimin, benim ondan önce yaşadığım yılları, planları, gelgitleri, hayalleri, ikilemleri var önünde. Ben ona engel olamam, olmamalıyım, elini kolunu, yaşamak isteyip de henüz yaşayamadıklarını, umutlarını bağlamamalıyım. Şu anki ruh halimle, hissettiklerimle elbette isterim ki hep yanımda olsun, hep yanında olayım ama bir gün derse ki "beybi bi çekil hayatımdan" ona "neden" diye soramam, sormamalıyım, kendimde bu hakkı görmüyorum bile. Biz bu işe "ilişki" diye başlamamıştık. Sadece "eğleniyorduk" sadece "takılıyorduk" sadece "mutluyduk". Ama şimdi benim gözümde "büyük aşk" yaşıyoruz. Tabii biliyorum beni sevdiğini o ayrı bir konu ama bazen kendi kendime gelin güvey oluyorum hissiyatına kapılıyorum bünyemdeki bu hayalperestlikten ötürü.Aslında kızamıyorum da kendime çünkü diyorum ya hep aşık olmak nasıl bir şeydi unutmuştum ve şimdi yaşayıp da hatırladıkça kızmaktan ziyade şaşırıyorum kendime.Yani mesela sevgilimin ve onun eski sevgilisinin aynı bina içinde aynı havayı solumasına bile tahammül edemezken buluyorum kendimi, sonra kendi kendimi ayıplıyorum ama kızamıyorum ergen gibi kıskançlık yaptığım için ki geçirdiğim son 5 yılda kıskançlığın "k"si aklından, kalbinden zerre geçmemiş bir insanım.Tabii bu belki de içinde aşk barındırmayan bi ilişki yaşadığımdandır.

Neyse çok uzattım. Aslında içimde bir sürü cümleler biriktiriyorum şu sıra. Günün en olmadık anında aklıma birşey geliyor, bunu hemen yazmalıyım sevdiceğim okusun diye diyorum ama buraya oturunca nedense herşey aklımdan uçup gidiyor, bambaşka bir şey yazarken ya da 6 kere yazmaya başlayıp hiçbirini beğenmezken buluyorum kendimi. Karmaşık duygular, anlamsız sorular vs vs...

Sonuç olarak napıyoruz şimdi? Boşa hayaller kurmuyoruz, sevdiceği sıkıştırmıyoruz, bunaltmıyoruz, sorgulamıyoruz, herşeyi oluruna, giderine bırakıyoruz, sayılı günlerimizi dolu dolu geçirmeye bakıyoruz, anımızı yaşıyoruz. Çünkü biz şu anda böyle, bu ruh haliyle, bu hissiyatla, beraberken mutluyuz.
O değil de, senin dediğin gibi "You make me feel better." her zaman...
http://fizy.com/#s/1amvul

İyi geceler.

25 Ekim 2010 Pazartesi

aman sabahlar olmasın...


Burada hava sanırım 30 derece civarında. Kış bir türlü gelmiyor, negzel:) Güneş de yakmıyor, seviyorum yolda yürürken, araba kullanırken koluma, yüzüme, gözüme çarpan sıcaklığı. Kışlıklarımı bile çıkarmadım daha hatta. Arada yağmur yağıyor hüznüyle birlikte. Bir melankoli doluyor ciğerlerime, onun da tadını çıkarıyorum.Sevenim var, sevdiğim var, işim var, eve gelince en sevdiğim yemekler ve annem var, başım sıkışınca başını ağrıtabileceğim insanlar var, hayallerim olmasa da umudum var şu sıralar. Bu sonbahar güzel geçiyor sanki, dolu dolu.
Aman sabahlar olmasın, aman kışlar gelmesin o zaman...

Bugün dilime dolanan şarkı: http://fizy.com/#s/1ajf3o

22 Ekim 2010 Cuma

Söyle ama haksız mıyım?

2 aydan daha az bir zaman kaldı gitmene. Sonra ne olacak, ben onun derdindeyim. Sana ne olacağı belli de, bana ne olacak onun için tasalanıyorum. Kiminle gözümü açıp, kiminle kapatacağım? Kiminle gezip tozacağım? Kime yapacağım nazımı, şımarıklığımı? Kim bana "ben senin hep yanındayım" diyecek de "yine mi geçen yılki gibi hastalanıyorum acaba" dediğimde aklımdan silip atacak bu kötü hisleri? Kimin omzuna koyacağım başımı, kimin yanında olabilmek için tek ayağımın üzerinde bin yalan söyleyeceğim? Gündüzlerim, gecelerim kiminle geçecek? İş yerime kim anlam verecek de ben istekli bir şekilde gideceğim oraya? Kiminle oturup film izleyeceğim en romantiğinden, kime anlatacağım heyecanla okuduğum kitapları? Kim elimden tutacak mutsuzken, kim tutup kaldıracak yere düşecekken? Kimin boynunda FD dinleyip ezberlemeye çalışacağım şarkıların sözlerini? Kiminle 2 gün için bile olsa buradan kaçma planları yapacağım? Kiminle gülüp kiminle ağlayacağım ben söyle! Boşuna değil omzundayken, yanındayken, gözlerine bakarken, söylediğin şarkılarda dudaklarını okurken gözümden süzülüp yastığını ıslatan yaşlar. Kendini benim yerime koy ki şu anda senin dışında neler yaşadığımı en iyi sen biliyorsun. Evet dediğin gibi hep şükrediyorum benim olanlar için ama elimden gidecek olanlar için üzülmemek elimde değil. Bilemiyorum ki zaman neler götürecek bizden, neler getirecek bize. Hayal kuramıyorum ki sonrası için. Elim kolum bağlandı sonrasını göremediğim için...Ha gitmesen de bilemeyiz tabii neler yaşayacağımızı o ayrı. Ayrıca da bir mucize olamayacağına göre gidilecek oraya ve sonrasını bekleyip göreceğiz. Benim şu an yaşadığım hisler uykunun en tatlı yerinde uyandırılmak gibi, oyunun en güzel yerinde derse girmek zorunda olmak gibi, en sevdiğin oyuncağının arkadaşın tarafından kırılması gibi, tam "tam" olmuşken yarım kalmak gibi...İşte böyle hallerdeyim, o değil de keşke bunlar söz konusu bile olmasaymış...zaman doğru zaman olsaymış...
Böyleyken böyle...
http://fizy.com/#s/1ajf3l
Bu da sana gelsin yine...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Yağmur...

İçinde yağmur olan tüm şarkılar bize gelsin bu gece.Bir resim yapalım, geçen gün çöplerden yaptığımız evin resmi olsun. İçinde sadece ikimiz olalım, kimse bize dokunmasın, aramızda aklımızda başka kimse olmasın. O evin kocaman camları olsun geniş bir caddeye bakan ve pencerenin önünde oturup yağmuru seyredelim bu gece.Eylülde gece plaja gittiğimizde bizi ıslatan yağmur olsun izlediğimiz. O evin pencereleri denize baksın bir de. Deniz kokusu yağmura karışsın, ciğerlerimize dolsun. Hayallerimiz olabilsin o evde, gerçekte korkumdan kuramadığım. Her gece yatarken en son seni göreyim, sabah uyanınca ilk seni öpeyim, hep yanımda olma imkanın olsun. Sana saklanayım, senin kuytularında unutayım hüzünlerimi. Mutlu rüyalarımız, mutlu gerçeklerimiz olsun.Üzerimizde hep güneş ama penceremizde hep yağmur damlaları olsun. Zaman dursun, seni benden almasın.

http://fizy.com/#s/1ai12a

Sevdiceğin hep seninle olsun, sevdiceğim hep benimle olsun...

http://fizy.com/#s/1aiy0l

http://fizy.com/#s/1ah6gp

İyi geceler...

16 Ekim 2010 Cumartesi

Hayat bana güzel, huzurum varsa eğer...

Son 1 haftam birbirinden değişik ruh halleri içinde geçti. En son yazdığımda hastaydım. Hatta ertesi gün daha da kötüleşerek en yakın hastanenin acil servisinde buldum kendimi. Ne zamandır ihmal etmiştim boğazımı, abuk sabuk ilaçlarla geçiştirmeye çalışmıştım boğazımdaki iğrenç hissi ama doktora gidince anlaşıldı ki benim kusmak ya da yutmak istediğim o bademciklerdeki iltihap çoktan yerlerinden ayrılıp kulaklarıma doğru ilerlemeye başlamış. Beta mikrobu kapmışım, genellikle 5-15 yaş arası çocuklarda görülürmüş. Çocuklardan bu kadar nefret eden bir bünyeyi nasıl geldi buldu anlayamadım. Akabinde gelen 2 günlük rapor, 10 tane penisilin iğnesi, uykusuz 5 gece, bol terlemenin ardından Çarşamba günü başlayabildim çalışmaya. Çalışmayı sevip sevmediğimi anlayamıyorum bir türlü çok ilginç bir şekilde. 9 senedir çalışıyorum aynı yerde. Bazen nasıl oluyor da bu kadar eğlenceli, güllük gülistanlık bir yer olarak görünüyor gözüme de bazen de nasıl da çekilmez, dünyanın en dedikoducu kadınlarıyla dolu, anlamsız bir yer halini alabiliyor,anlayamıyorum. Nitekim bu hafta çekilir haldeydi iş yeri ve nekahat döneminde olan bendeniz de güle oynaya gittim geldim.
Yediğim iğneler sebebiyle bu ay pms mi allahtan gönül rahatlığıyla yaşayamayıp mutlu mesut bir insan olarak reglimi de oldum.
Bu arada boşanma tarihim de belli oldu:14.12.2010. Yani anlayamıyorum.Mahkemeye başvurmamla mahkemenin görülmesi arasında nasıl oluyor da 3 buçuk ay olabiliyor?Bu kadar zor bir şey mi boşanmak, hem de en anlaşmalısından! Tamam acelem yok ama artık bu gereksiz olayın hayatımdan çıkıp gitmesini ve bir an önce önümü görmeyi istiyorum. Şimdi elim ayağım bağlandı, çare yok bekleyeceğiz yeni yıla kadar.
Ayrıca şu anda birkaç aylık yabancı bir misafirim var evde. Hatunla anlaşılır şekilde konuşacağım diye yemin ederim Türkçem düzeldi, argom bozuldu:)
Bir de benim tavşan nam-ı diğer E. salı günü nişanlandı ve jet hızıyla da çarşamba günü evlendi:) Nihayet istediğine, sevdiceğine kavuştu. İnşallah bir ömür boyu mutlu olurlar:)
Bu arada F'nin bebişi 2 aylık oldu bile, hatta 2 cm'e de yaklaşmış boyu. Umarım onları bekleyen 7 ay hem F., hem eşi, hem de bebişcan için kolayca geçip gider.
Haftanın hareketliliği bunlarla da bitmedi. İyileştiğim günden beri neredeyse 1 akşam bile evde oturmadım. Malum Hamdiciğim yakında askere gidecek ve ben de tüm vaktimi onunla geçirmek istemekteyim. Canım benim, kalbimin böcüü:)Vakit onunla olunca nasıl geçiyor, nasıl oluyor da hiç sıkılamıyoruz ve bu kadar eğlenebiliyoruz anlayamıyorum. O gidince sanırım çok büyük bir boşluğa düşeceğim ve bu beni şimdiden çok endişelendiriyor.Tabii bunları düşünmemeye çalışıp günümüzü gün, gecemizi gece ediyoruz kendisiyle.
Biraz sonra yine dersim var. Yarın da 7 saat dersim var ama enerjik hissediyorum kendimi, evet evet hepsini yapabilirim içimdeki bu huzurla...

Hasta olmak berbat bir şey.İnsan kendini çok aciz ve çekilmez hissediyor.Ama, insanı hastayken de yalnız bırakmayan bir sevdiceğinin, dostlarının olması teselli ediyor böyle zamanlarda.Teselli bir yana da kimse hasta olmasın, kimse yalnız kalmasın.
Pozitif, enerjik ve huzurlu olabildiğim sürece hayat bana güzel. Hep böyle olayım, bu halimle kendimi seviyorum...

8 Ekim 2010 Cuma

hastayım ve bu beni delirtiyor...

"Ne yapsan olmuyor gözüm, terk etmiyor beni hüzün..." İçim dolu, boğazım dolu...oyuncağı elinden alınmış küçük bir kız çocuğu gibiyim bugün, bağıra bağıra ağlamak istiyorum, ağzımı açınca gözyaşlarım süzülecekmiş gibi geliyor, ben de gripten gözlerim sulanıyor diye yalan söylüyorum...hasta olmayı sevmiyorum...hayır ayrıca hep de hasta değilim ben, böyle diyenlere teessüf ediyorum...tamam çok sağlam bir bünyem olmadığını kabul ediyorum ama mesela 1buçuk yıldır hiç burnum bile akmamıştı...şimdi bu bir açıp bir kapayan orospu misali havalar ağzıma sıçtı....1 haftadır önlem olarak aldığım nurofen isimli dandik ilaç da bir boka yaramadı...böyle zamanlarda tek bir şey isterim ben, yanımda biri olsun...bugün doktora gittim yalnız başıma her zaman olduğu gibi, yine ağlamaklı oldum...annemin de kendi çapında sağlık sorunları olduğu için onun yanında bırakamıyorum kendimi içimden geldiğince...ama bir bilse şu an ne kadar zayıf ve güçsüz olduğumu, tek istediğimin şefkatli bir omuza başımı koyup bademciklerimi kusana kadar ağlamak istediğimi...bilmiyor işte...kimse bilmiyor...şu an bir üşüyüp bir terliyorsam, elimi boğazıma sokup oradaki topları koparma isteğiyle yanıp tutuşuyorsam, kendimi odama kapatıp salya sümük ağlamak istiyorsam bunun sebebi benim sürekli hasta olmaya meyilli bir insan olmam değil, damarlarımdan akan mutsuzluk ve yalnızlık hissindendir....

http://fizy.com/#s/1ajge7

7 Ekim 2010 Perşembe

ben onun yalancısıyım!

"Bir kız varmış. Hiç kıskanç olmadığını iddia edermiş. Önceden arkadaşı olan şu anki sevgilisi de ona inanırmış. Kızın sevgilisi olan şahsiyetin zamanında yaptığı bir takım çapkınlıkları, götürdüğü envai çeşit milletten hatunları kıskanç olmadığını iddia eden ve sevgilisi olan kıza anlatmışlığı varmış. Bir gün kız bir bakmış, kafasını nereye çevirse sevgilisi olacak adamın eski kırıklarını görüyor. Önceleri bir şey hissetmiyorken  sonradan nedense kafasında kurmaya başlamış. Çünkü bu kız kimseye güvenemezmiş yediği boynuz ve kazıklardan dolayı. Sonra bir gün kalbinin sesini dinlemiş, kalbi ona "kıskançlık bu zayıflık anımda" diye bir şarkı söylüyormuş. O da anlamış bu duygusunun onu yavaştan yokladığını ve korkmuş yine esiri olmaktan ve kendi kendine bir daha asla kıskançlık yapmayacağına söz vermiş."
Ben bilemem, sevdiğim bir arkadaşım anlattı bunu, onun yalancısıyım. Bakalım sözünde durabilecek mi?
Bu şarkı da ona gelsin madem:
 http://fizy.com/#s/1ajewq  

4 Ekim 2010 Pazartesi

Hatırladıklarım...

Hep söylerim benim hafızam pek kuvvetli değildir ya da bana öyle geliyor bilemiyorum.Çoğu zaman aklı beş karış havada bir insan olarak görüyorum kendimi. Çocukluğumu düşünüyorum, çocukluktan çıkıp ergenliğe, genç kızlığa, büyümeye doğru gittiğim yılları.Sanki onca yılı, anıyı yaşayan ben değilmişim de başkasının başından geçmiş, bana anlatmış da, ben sadece aklımda kalanları hayal meyal hatırlıyormuş gibiyim. 
Benim çocukluğum çok çetrefilli geçmiş aslında düşününce. Öyle çok mutsuz ya da süper mutlu bir çocuk değildim.Bizim evde hareket ve kalabalık eksik olmazdı. Annem, babam çalışıyordu. Ben 2 yaşında yuvaya gitmeye başladım ve 7 yaşına kadar da devam ettim. Belli bir yaşa kadar yalnız, tırsak bir çocuktum aslında. En çok büyük ablamla vakit geçirmeyi severdim, hatırlıyorum. Bana cicili bicili kıyafetler giydirir, gezmeye götürür, her istediğimi alırdı, hiç üşenmezdi. Sonra ben 4 yaşımdayken ablam evlendi ve başka bir şehre taşındı. Arkasından ne kadar çok ağladığımı bir ben bilirim bir de Allah. Amma ve lakin, ablam 2 buçuk yıl sonra biri elinde, biri karnında 2 çocukla boşandı geldi baba evine. Sonra da zaten cümbür cemaat yaşamaya başladık. Ne eğlence ne de kavga gürültü eksik olurdu bizim evden. Ee kolay mı tabii, daha 25 yaşındaki deli dolu ablam, yanlış verdiği kararların acısını çekiyor ve bünyesine hiç bitmeyecek bir bıkkınlık, hayata küskünlük, asabiyet gelmiş çökmüş. O da haliyle etrafında kim varsa -ben ve yeğenlerim- onlardan alırdı hırsını, hıncını. Küçük yeğenimin doğumunu hatırlıyorum. (bu arada küçük yeğenim şu an 25 yaşında=) Yazlıktaydık, ablamın gecenin bir vakti sancısı tutmuştu, hemen hastaneye yetiştirdiler ve ailenin ilk ve tek erkek çocuğu dünyaya geldi(eugene). Yeğenlerim ve ben beraber büyüdük. Ablam gezmeye gittiği zaman benim de küçük bir çocuk olduğumu unutup onları bana emanet ederdi. Eugene az işemedi yüzümün ortasına, psikolojisi o dönemler çok da düzgün olmayan Emanet az çabalamadı kendini balkondan atmaya. Ablamdan az sopa yemedik üçümüz birden.O kadar bıkmıştım ki çocuk bakmaktan okuldan çıkıp ev yerine babamın iş yerine gitmek için varımı yoğumu verir durumdaydım ben de. Hatta bir gün ablam sıkı sıkı tembihlemişti okuldan sonra doğru eve gitmem için ama ben bizim dükkana kaçmıştım. Ablam da ne de olsa ben eve dönücem diye Eugene'i aşağıya oynamaya bırakıp bir yere gitmişti. Bir telefon geldi ki Eugene düşmüş kafayı yarmış.Eee tabii sorumlusu da onu sokakta bir başına bırakan teyzesi oldu...Evde 3 çocuktuk ve hepimiz babama baba diyorduk. Eugene ve Emanet taa ilkokula başladıklarında fark ettiler babamın babaları değil de büyük babaları olduğunu.Anca o yaşta idrak edebildiler boşanmanın ne demek olduğunu. O yaşta başladılar onları bir kere bile aramayan babalarından nefret etmeye...Onlar da okula başladığında artık hepimiz büyümüş sayıldık. Sonra ablam tekrar evlendi ve başka bir yere taşındılar. Bense orta okulda, lisede, 2 tane ablası olan bir tek çocuktum. Çocukken yapamadığım çocukluğu, şımarıklığı o yıllarda yaptım hep, ama yine de babam hep benim ailedeki en şanssız çocuk olduğumu söylerdi. Çünkü o kadar çok gezerler, o kadar bolluk içinde yaşarlarmış ki ben büyüdüğümde onların şatafatlı hayatları çoktan yerini orta halli aile standartlarına bırakmıştı. Mesela hatırlıyorum 80li yıllarda daha kimsenin evinde televizyon yokken bizim evde 2 tane birden vardı. Komşular toplanırdı bizde, koloni halinde izlerdik. Hemen arkasından video geldi. Sürekli koltuk takımlarını değiştirirdik.Eve devamlı yeni bir şeyler alınırdı. Kocaman bir evimiz vardı.Hafta sonları muhakkak bir yerlere giderdik gezmeye. Haftada 2 kere de ailecek yemeğe çıkardık.Sonra ne oldu bilmiyorum, o zamanki çocuk aklımla anlam da verememişimdir muhtemelen, yeni şeyler alınmaz oldu, başka bir eve taşındık, hiç bir şey eskisi gibi olmadı. Çok büyük para sıkıntılarımız da olmadı, ama ailecek de hiç bir şeyin sahibi olamadık.Hatırladıklarım arasında başka neler var? Mesela hatırlıyorum, yanılmıyorsam eğer Perşembe geceleri saat 10'da Köle Isaura vardı, yemez içmez o günü beklerdim 1 hafta boyunca, sonra ben orta okuldayken Hayat Ağacı başlamıştı, okuldan gelir gelmez onu izlerdim. Çok televizyon manyağı bir çocuk değildim, bizim evde video film furyası vardı. Gündüzleri ablam bütün komşuları toplar, en acıklısından bir Küçük Emrah ya da Küçük Ceylan filmi koyar, komşular ağladıkça o da güle güle onlarla eğlenirdi. Akşamları da ya korku ya macera filmi izlenirdi ailecek. Pazar sabahları TRT1'de yayınlanan kovboy filmi kaçırılmaz, arkasından da Pazar Konseri eşliğinde evin günlük işleri yapılır, sonra da gezmeye gidilirdi. 
Okul yıllarımda çok çalışkan bir öğrenci olmadığımı hatırlıyorum.İlk okul 3teyken din dersim karneme orta geldiği için karnemi yaktığımı hatırlıyorum. Orta okulda ders çalışmayı ezberlemek zannederdim.Orta 2de düz yolda yürürken düşmüş, kolumu kırmıştım. Hatta kolum alçıda girdiğim bir matematik sınavında öğretmenin bana acıyarak notumu yükselttiğini ama aynı öğretmenin 3 hafta sonra alçım çıkarıldığında beni tahtaya sözlüye kaldırıp 0 verdiğini de hatırlıyorum:)Yine orta okul yıllarımda iğrenç kıyafetlerin moda olduğunu hatırlıyorum; kocaman kazakları, oduncu gömlekleri, yüksek belli kot pantolonların içine nasıl sığdırabilirdik de ayrıca o tiple nasıl sokağa çıkabilirdik şimdi anlam vermekte zorlanıyorum.Orta okul 3te tüm arkadaşlarım regl olmuş ve ben olmamışken her gece regl olmak için dua ettiğimi sonunda orta 3ün sonlarına doğru olduğumu ama sonra 1 yıl hiç olmadığımı hatırlıyorum. İlk regl olduğumda tuvalette ağlama krizine girdiğimi, annemin gidip bana marketten orkid aldığını ve hemen babamı aradığını, babamın da akşam eve çikolata, yaş pasta ve 2 kilo muzla geldiğini hatırlıyorum.O yıllardaki arkadaş grubumu, her hafta sonu birimizin evinde toplandığımızı, grupta herkesin gizlice birbirinden hoşlandığını, sırf bu yüzden yanaktan öpmek için şişe çevirmece oynadığımızı, gittiğimiz atariciyi ve street fighterı hiç unutmuyorum.Bir de yine orta okulda sınıflar arası münazara yapıldığını, her sınıftan en başarılı 3kişinin katıldığını, bizim sınıfın 3.sü hasta olduğu için onun yerine beni aldıklarını, ve o münazaranın aynı Hababam Sınıfındaki münazaralara benzediğini ve bizim sonuncu olduğumuzu hatırlıyorum.Bunların dışında üniversiteye kadar tüm okul hayatım boyunca sırf ters takla atamadığım için beden derslerinden kaçmak için tek ayağının üstünde bin yalan söylerken bir yandan da folklör, koro, bando gibi aktivitelerde hep önde giden, aranılan bir öğrenci olduğumu hatırlıyorum.
Aslında yazınca, düşününce bir sürü şey hatırladığımı fark ettim.İyi geldi bana. Demek ki o kadar da balık hafızalı bir insan değilmişim.
Ve sonuç:
*Ablam ikinci kocasından da yeğenlerime kötü davrandığı için ayrıldı ve bir daha da evlenmedi ve baba evine de geri dönmedi.Yeğenlerimin babası olacak şerefsiz, çocuklarını ilk kez yıllar sonra aradı, Eugene babasına asla "baba" demedi.Adam şu sıralar sırf yıllardır devam eden nafaka davasından vazgeçsinler diye ablamın ve çocukların götünden ayrılmıyor.
*Eugene'in kafasında bir dikiş izi var.
*Emanet kendini balkondan atmadı ama ergenlik döneminde de devam eden bozuk psikolojisi sebebiyle bir kaç kez evden kaçtı, bir kaç kez de öldürmeyecek hap içti.
*O matematik öğretmenimi hala yolda görürüm bazen ve hala da ödüm patlar kendisinden.
*Artık haftada 2 değil bir kaç gün yemeğe gidiyoruz, sadece annem ve ben varız.
*Regl düzensizliğim doğum kontrol hapı kullanmaya başlayana kadar devam etti.
*Hala ters takla atamam, hatta artık düz takla bile atamıyorum.
*Dolabımda bir tane bile yüksek bel pantolon yok.
*Daha çocukken çocuk bakma olayına fazlasıyla girdiğim için sanırım, çocukları sevmiyorum.

Eskilerden şimdilik bu kadar...
İyi geceler:)

1 Ekim 2010 Cuma

bir mektup...

Geçenlerde dolapları düzenlerken elime bir mektup geçti kendi kendime yazdığım.Aynen şöyle:

"6 Nisan / 1999 / Salı - 23:30 ve tabii ki ANKARA...
Vay be kendi kendime bir şeyler yazmayalı 1 ayı da geçti galiba. Daha dün gibi sanki... Zaman ne çabuk geçiyor...Ve neler götürüyor? Ya da kimleri götürüyor? Şu 1 ayda ne çok değişiklik oldu hayatımda! Aslında tek bir olay hayatımı değiştiren; Tanrı babamı yanına aldı! O yok! Bu bana hala bir kabus gibi geliyor. Böyle birşeyi yaşadığımı çok bulanık hatırlıyorum. Sanki o hala var...Ama aslında yok işte! Ağlamanın bu kadar rahatlatıcı olduğunu fark etmemiştim daha önce...Aslında kötü olan içine atmak. Düşünüp hatırlayıp arayıp bulamayıp özleyip sesini duyamayıp ağlayamamak...Derler ya "Canın ağlamak istiyorsa, ağla. Sakın içine atma. Eğer atarsan, sonra daha çok üzülürsün." Ama kolay değil o kadar ağlamak. Çoğu zaman, olmadık zamanlarda, yerlerde aklıma geliyor babamın yokluğu, onu bir daha göremeyeceğim ve boğazımda bir şeyler düğümleniyor, ağlamak istiyorum ama yapamıyorum sırf babamı üzmemek için. İşte bu bana çok acı veriyor.
Onunla birlikte benim de bir parçam gitti. Allah kimseye bu acıyı yaşatmasın...ama dünyanın kuralı bu. Bir gün varız, bir gün yokuz. Ve hiç bir şeye üzülmeye, ağlamaya değmezmiş. Bu olay bana çok şey öğretti. Hayatın ne kadar kolay ve aniden bitebileceğini anladım. Bugüne kadar üzüldüğüm çoğu şeyin üzülmeye değmediğini anladım ve döktüğüm göz yaşlarının gereksizliğini anladım. Annemin değerini bin kat daha iyi anladım ve babasız olmanın ne kadar zor ve acı bir şey olduğunu anladım. Hayatı çok da ciddiye almamayı öğrendim. Çünkü, gördüm, yaşadım ki "dünyada ölümden başka her şey yalan"mış! Hayatın ta kendisiymiş ölüm.Hayatını değiştiren bir tokatmış yüzüne acımasızca inen.
Korkuyorum. Yalnız kalmaktan korkuyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Yalnız oturmak bile istemiyorum. Çünkü yalnızken kendimi güvende hissetmiyorum. Sanki yine telefon çalacak, kötü şeyler duyacağım, başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyorum.Babam gittiğinden beri böyleyim. Olanları daha çok düşünüyorum yalnızken.Düşündüklerim ve yaşadıklarım bana garip bir korku veriyor. Sanırım bu, çaresizliğin verdiği bir korku veya kaybetme korkusu. Karanlık bile korkutuyor beni. Işık yakmadan uyuyamıyorum. Hala atamıyorum içimden olanları ve bu her anıma yansıyor.
Belki bir yerlerde elimden tutup kaldıracak, beni bu karanlıktan çekip çıkaracak bir şeyle ya da biriyle karşılaşırım. Ama şimdi sonsuz mutsuzum..."

Şimdi bu mektubu neden buraya yazdım? Ben babamı 11 yıl önce, 5 Mart 99'da, yani 21 yaşındayken kaybettim.Bakınız, mektup bu kaybın tam 1. ay dönümünde yazılmış. Öyle laylaylay kuşlar böcekler modundayken bir anda şu mektupta görülen moda geçiş yaptım o yaşta. Ve sonraki düşüncelerim ve halet-i ruhiyem de pek değişmedi. Ama, okuyunca bir şeyleri hatırladım. Her şey yalanmış, hiç bir şey üzülmeye değmezmiş, her şey aniden bitebilirmiş. Şu sıralar kendime o kadar salak ve gereksiz dertler arama peşindeyim ki, kendimi durduk yere depresyona sokmaya o kadar meyilliyim ki Allah biliyor da o yüzden çıkardı yıllar sonra bu mektubu karşıma. "Bak kızım neler yaşadıydın sen, şimdiki dertlerini dert etme, en kötü günün böyle olsun" diye mesaj veriyor bana...Mesajımı aldım. Yıllar geçse de acılar bayatlamıyor ama en azından bir ruh halinden ders alabilecek kadar büyümüşümdür umarım...
İyi geceler...
Neymiş...ağlama değmez hayat bu göz yaşlarınaymış...