1 Ekim 2010 Cuma

bir mektup...

Geçenlerde dolapları düzenlerken elime bir mektup geçti kendi kendime yazdığım.Aynen şöyle:

"6 Nisan / 1999 / Salı - 23:30 ve tabii ki ANKARA...
Vay be kendi kendime bir şeyler yazmayalı 1 ayı da geçti galiba. Daha dün gibi sanki... Zaman ne çabuk geçiyor...Ve neler götürüyor? Ya da kimleri götürüyor? Şu 1 ayda ne çok değişiklik oldu hayatımda! Aslında tek bir olay hayatımı değiştiren; Tanrı babamı yanına aldı! O yok! Bu bana hala bir kabus gibi geliyor. Böyle birşeyi yaşadığımı çok bulanık hatırlıyorum. Sanki o hala var...Ama aslında yok işte! Ağlamanın bu kadar rahatlatıcı olduğunu fark etmemiştim daha önce...Aslında kötü olan içine atmak. Düşünüp hatırlayıp arayıp bulamayıp özleyip sesini duyamayıp ağlayamamak...Derler ya "Canın ağlamak istiyorsa, ağla. Sakın içine atma. Eğer atarsan, sonra daha çok üzülürsün." Ama kolay değil o kadar ağlamak. Çoğu zaman, olmadık zamanlarda, yerlerde aklıma geliyor babamın yokluğu, onu bir daha göremeyeceğim ve boğazımda bir şeyler düğümleniyor, ağlamak istiyorum ama yapamıyorum sırf babamı üzmemek için. İşte bu bana çok acı veriyor.
Onunla birlikte benim de bir parçam gitti. Allah kimseye bu acıyı yaşatmasın...ama dünyanın kuralı bu. Bir gün varız, bir gün yokuz. Ve hiç bir şeye üzülmeye, ağlamaya değmezmiş. Bu olay bana çok şey öğretti. Hayatın ne kadar kolay ve aniden bitebileceğini anladım. Bugüne kadar üzüldüğüm çoğu şeyin üzülmeye değmediğini anladım ve döktüğüm göz yaşlarının gereksizliğini anladım. Annemin değerini bin kat daha iyi anladım ve babasız olmanın ne kadar zor ve acı bir şey olduğunu anladım. Hayatı çok da ciddiye almamayı öğrendim. Çünkü, gördüm, yaşadım ki "dünyada ölümden başka her şey yalan"mış! Hayatın ta kendisiymiş ölüm.Hayatını değiştiren bir tokatmış yüzüne acımasızca inen.
Korkuyorum. Yalnız kalmaktan korkuyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Yalnız oturmak bile istemiyorum. Çünkü yalnızken kendimi güvende hissetmiyorum. Sanki yine telefon çalacak, kötü şeyler duyacağım, başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyorum.Babam gittiğinden beri böyleyim. Olanları daha çok düşünüyorum yalnızken.Düşündüklerim ve yaşadıklarım bana garip bir korku veriyor. Sanırım bu, çaresizliğin verdiği bir korku veya kaybetme korkusu. Karanlık bile korkutuyor beni. Işık yakmadan uyuyamıyorum. Hala atamıyorum içimden olanları ve bu her anıma yansıyor.
Belki bir yerlerde elimden tutup kaldıracak, beni bu karanlıktan çekip çıkaracak bir şeyle ya da biriyle karşılaşırım. Ama şimdi sonsuz mutsuzum..."

Şimdi bu mektubu neden buraya yazdım? Ben babamı 11 yıl önce, 5 Mart 99'da, yani 21 yaşındayken kaybettim.Bakınız, mektup bu kaybın tam 1. ay dönümünde yazılmış. Öyle laylaylay kuşlar böcekler modundayken bir anda şu mektupta görülen moda geçiş yaptım o yaşta. Ve sonraki düşüncelerim ve halet-i ruhiyem de pek değişmedi. Ama, okuyunca bir şeyleri hatırladım. Her şey yalanmış, hiç bir şey üzülmeye değmezmiş, her şey aniden bitebilirmiş. Şu sıralar kendime o kadar salak ve gereksiz dertler arama peşindeyim ki, kendimi durduk yere depresyona sokmaya o kadar meyilliyim ki Allah biliyor da o yüzden çıkardı yıllar sonra bu mektubu karşıma. "Bak kızım neler yaşadıydın sen, şimdiki dertlerini dert etme, en kötü günün böyle olsun" diye mesaj veriyor bana...Mesajımı aldım. Yıllar geçse de acılar bayatlamıyor ama en azından bir ruh halinden ders alabilecek kadar büyümüşümdür umarım...
İyi geceler...
Neymiş...ağlama değmez hayat bu göz yaşlarınaymış...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder