28 Eylül 2010 Salı

masallar...



Çok geç olsa da sonunda Big Fish'i izleyebildim/k.Bazı yalanlar güzel, bazı gerçekler acıymış sözünü doğrular nitelikteydi. Çok etkilendim gerçekten. Edward Bloom'un masalları beni tam yüreğimden vurdu. Ve sanırım bazı sahneler bir daha unutamayacağım şekilde beynime, ruhuma kazındı. Ruhuma kazındı, çünkü o hayaller geldi içimdeki saklı yaralara çarptı, kabuklarıyla oynadı, kabuklarını kaldırdı, canımı acıttı. Filmdeki baba bana babamı hatırlattı ki o da çok hayalperest bir adamdı. Onun masallarını çok dinlemedim ben ama biliyorum hayatı masal gibiydi. Tek koyan şey baba figürü değil elbet..O nasıl bir aşktır yaaa...biliyorum öyle büyük bir aşk yaşayabilecek bir potansiyel var bende. Sevdiğim adam ölüm döşeğinde olsa bile yine aynı aşkla ve büyük bir hüzünle sevebilecek, onunla küvette suların içine gömülüp ağlayabilecek kadar kocaman yüreğim de var.Nitekim her güzel şeyin bitiyor/bitecek olması içimi acıtıyor bir yandan da. Evet an'ı yaşamak güzel elbet ama insan kendini alamıyor bazen sonunu sonrasını düşünmekten.Eğer ben de bilseydim nasıl öleceğimi kendi hikayemi kendim yazabilir, filmin kahramanı kadar mutlu olabilen/edebilen bir insan olabilir miydim acaba?
O kadar tuhaf hisler içindeyim ki izlediğimden beri, kendime gelemiyorum....


"They say when you meet the love of your life, time stops, and that's true. What they don't tell you is that when it starts again, it moves extra fast to catch up." 
"The grass so green. Skies so blue. Spectre is really great!"
" I loved a man who could never love me back. I was living in a fairytale. " 


Masallarım olsun, en sevdiğim çiçek fulya olsun, yaşadığım yer Spectre olsun ve ben ayakkabılarımı ipe fırlatıp ardıma bakmadan hayallerime, sevdiğime gideyim istedim bu gece...


Diyecek birşey bulamıyorum. Bir garip hallerdeyim...

26 Eylül 2010 Pazar

benzemez kimse sana, bana, ona...

Dün gece Hamdi ve Telatla Teoman konserine gittik.Günlerdir iple çekiyordum Teomancıım konserine 10küsürüncü kez gitmeyi, şarkılarını dinlemeyi.İyi ki gitmişiz, çok güzel birşey yapmışız giderek.Adam resmen best of konseri yaptı.Hastası oldum bi kere daha, bi milyonuncu kere daha.Kardelenden tut Gönülçelene, Maviden tut Ruhun Sarışına döktürdü allah döktürdü.Ben de o keyifle ne zamandır mide problemlerim nedeniyle içemediğim kadar bira içtim.Kah bağırdık, kah çağırdık, kah sarıldık şarkımızı söyledik, süperdi süper.Bir gün önceki Oktoberfest hengamesinden sonra ruhuma ilaç gibi geldi doğrusu.Ha bu arada konserin olduğu mekanda içtiğimiz Carlsberg 33cc biraların her birinin 30 TL olduğunu, hesabı gördüğümde garsonun ağzını burnunu oracıkta kırıp çirkeflik yapasım geldiğini de söylemeden geçemeyeceğim...
Bugün iznimin son günü...yarın olmasa da gelecek haftadan sonra koşuşturma başlıyor yine..olsun, başlasın zaten...iş yerinde olmanın da bir anlamı var ne de olsa, bu yüzden saatler geçer gider koymadan...İznim burada da yazdığım üzere çok yoğun ve bol yolculuklu geçti, yoruldum doğrusu...Bir de birkaç gündür sebebini bilmediğim, anlayamadığım bir sıkıntı geldi oturdu içime...dolunaydandır diyor hamdi uyuyamama ve domuzluk sebebim olarak...canım, o da sesi çıkmadan katlanıyor bana...neyse dolunay geçtikçe ben de normale dönücem inşallah...
Fonda Teoman çalınca, yanında omzunu yaslayabileceğin birisi varsa, içinin sıkıntısının da geçici olduğunu biliyorsan hayat güzel...
İyi geceler...

21 Eylül 2010 Salı

Sevgili günlük,

Yavru kuş olarak yuvaya tamamen dönmüş bulunuyorum ve içimde bunun anlatılmaz huzuru var.Yaklaşık 1 aydır seferi gibi oradan oraya savruldum durdum.Hatta yazın başından beri o sahil senin bu koy benim popomu yere koymadım bir türlü.Ha eğlendim mi, çooook eğlendim orası ayrı.Ama şimdi kış gelsin istiyorum artık.Ben yine öğlene kadar yatayım, sonra spora gideyim, sonra 3'te ya da 5'te işe gideyim, işten sonra arkadaşlarla oraya buraya gidip iki laklak edeyim ya da evde oturup her güne özenle sıraladığım dizilerimi izliyim, pantolonlarımı, hırkalarımı, çizmelerimi giyeyim, son tenefüste yine sıcak çikolata içeyim, haftasonlarının gelmesini (belli bi saate kadar çalışacak olmama rağmen) iple çekeyim, pazar günü kahvaltıya gideyim, azıcık da kışın tadını çıkarayım, azıcık da kıştan sıkılayım istiyorum bugün itibariyle.
Bu yazım gayet güzel geçti, bu yüzden içim rahat. Tüh keşke şunu da yapsaydım dediğim birşey kalmadı ama keşke taa geçen kış planladığım ve beni çok heyecanlandıran Barcelona-Madrid gezisini gerçekleştirebilmiş olsaydım.Ama olsun seneye inşallah, daha çok vaktim, daha çok param, daha az derdim olduğu zamanlarda yine gidilebilir ne de olsa.Bunun dışında arkadaşlarımla, sevdiklerimle bol bol vakit geçirme, bol bol konuşma, çokça da eğlenme imkanı buldum bu yaz.Beni hiç yalnız bırakmayan, anlayan, anlatan, dinleyen, bana akıl veren, benden akıl alan, başımı omzuna yaslayabildiğim, konuşabildiğim bir insanı yerleştirdim yanıma.Yerleştirdim diyorum çünkü bunu ben istedim, buna ben izin verdim ve bir şekilde ben sebep oldum.Eğer o olmasaydı sanırım şu 4 ay çekilmez olabilirdi, ya da tatsızlaşabilirdi herşey, işe gitmek işkence haline gelebilir, hafta sonları anlamsızlaşabilirdi.O kişiye bana verdiği enerji ve nereye koyduğumu unuttuğum gülmeyi bulmama sebep olduğu için de ayrıyetten minnettarım.İyi ki hayatıma girmiş, beni tam düşecekken kaldırmış kendisi...
Bilindiği üzere boşanma arifesinde bulunmaktayım.İnsanlar soruyor "Üzülüyor musun" diye.Elbette ki üzülüyorum, elbette ki içim acıyor.Klasik bir laf vardır ya "Kimse boşanmak için evlenmez." diye.Tabii ki ben de boşanmak için evlenmedim.Hayallerimiz vardı, umutlarımız vardı,  beraber büyüyecektik, yaşlanacaktık ama olmadı işte.Büyüdük ama ayrı ayrı, yaşadık, 5 yılı devirdik ama ayrı ayrı.Demek ki ne ben onu, ne o beni birbirimiz için fedakarlık yapabilecek, bazı şeylerden feragat edecek kadar seviyormuşuz.Sanırım biz sevgiliden, karı-kocadan öte, iki iyi arkadaş olabildik yalnızca.Ve arkadaşken, dostken de "evli" kimliği taşımanın bir manası olmadığını da anlamış bulunuyoruz.Gerçekten de "hayırlısı olsun" demekten başka yapabilecek birşey yok kıvamına geldik.Evet ikimiz de birbirimiz için hayırlısının olması için birbirimizi bırakmalı, bu var-yok evliliğe bir son vermeliyiz, kırılmadan, üzülmeden, bozuşmadan birbirimizin hayatından "karı" ve"koca" olarak çekilmeli arkadaş olarak devam etmeliyiz.Şimdi bu da klişedir, arkadaş kalalım, severek ayrılalım falan.Yok, vallahi geyik olsun diye söylemiyorum.Gerçekten arkadaşlığımız devam etsin, görüşelim, konuşalım istiyorum birbirimize mani olmadan. Yani kısacası biz ikimiz de bu evlilikten müsademizi istiyor ve yollarımızı ayırıyoruz.
İşte böyle...Bir yaz bitiyor, bir evlilik bitiyor, bir tatil bitiyor ve yepyeni bir sayfa açılıyor hayatımda.Umutsuz değilim, hatta çok güzel şeylerin olacağını, zamanın benim leyhime işleyeceğini hissediyorum. Ara sıra isyan etsem de, kaderime küssem de, bağırsam da çağırsam da, ağlasam da, içim sızlasa da yine de genel olarak umudum var, kendimden de, hayattan da....Bakmayın çoğunlukla negatif şeyler yazıyor olsam da bunun sebebi aslında şu: hani insan sevincini değil de üzüntüsünü paylaşmak ister ya çoğu zaman, mutluyken zaten herkes yanı başındadır da, mutsuzken yapayalnız hisseder ya, işte sırf bu yüzden sanırım yazmak istediğimde daha çok beni güldüren değil, mutsuz eden şeyler çıkıveriyor parmaklarımın ucundan tamamen istem dışı...olsun bi şekilde çıkıyor ve içimde patlamıyor ya önemli olan da bu...
Ve bu yazının da sonuna gelmiş bulunuyorum. Bugün yolda gelirken dinliyordum, ne demiş F.D. "bana bitmeyen bir tek şey söyle , söyle sonsuza inanayım..."işte hiç bir şey sonsuz olmadığına göre bugünlük de bu kadar yeter...ama ne demiştim "benim hala umudum var".Bu da Mazhar abimizden gelsin o zaman:http://fizy.com/#s/1lriww
Mutlu geceler:) 

15 Eylül 2010 Çarşamba

mutluluk:)

İnsanın mutluluk gözyaşlarıyla güne uyanması ne şahane:)İstediği oldu arkadaşımın.O kadar dualar edildi, gözyaşları döküldü, adaklar adandı, bloglar yazıldı:), beklendi, sabredildi ve mutlu son geldi:)Ne güzel, ne harika..Kendim için olsa ancak bu kadar ister, bu kadar dua ederdim sanırım.Şimdi çok mutluyum onun adına.Allah hayırlısıyla tamamına erdirsin, bir problem çıkmasın, yüzü hep gülsün inşallah,canım arkadaşımın:)
Güzel memleketime dönmüş bulunuyorum efendim.Geldiğim andan beri bir telaş, bir yoğunluk..ama olsun, böylesi de güzel..en azından dedikodu, arada kalma gibi gereksiz aktiviteleri sokmuyorum burada hayatıma...Bir pozitiflik aldı yine benim bünyeyi havadan mıdır sudan mıdır, yoksa haftasonu yapılacak küçük Kaş kaçamağından mıdır, alınan iyi haberden midir bilemem ama geldiğimden beri iyi hissediyorum kendimi..Kendim için iyi birşey tabii bu:)Ama anasını satıyım, yine havadan mıdır rutubetten midir geldiğimden beri tuttu yine bi mide bulantısı, baş ağrısı ve dönmesi...Ankarada tutmadıysa demek ki anlıyoruz ki buranın bu iğrenç sıcak havası bana yaramıyor:S
Neyse hadi artık yazlar bitip sonbaharlar gelsin bari aklıma düşen tüm Eylül şarkılarıyla birlikte.bkz.
http://fizy.com/#s/1ly6rq
http://fizy.com/#s/1lsfmj
http://fizy.com/#s/1ls9ii
Hoşçakalınız...:)

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ankara ve ben:6-son.

Birkaç saat sonra 10 günlük Ankara maceramın(!) sonuna gelmiş olucam ve taşına toprağına hastası olduğum güzel memleketimin, güzel arkadaşlarımın kollarına atıcam kendimi...Sıkıldım, gerçekten sıkıldım burada...Tamam ilk başta herşey, herkes iyi hoş geliyor da bir yere kadar...Bi kere aile içinde kim kimin tavuğuna kışt demiş belli değil..O ona sallıyo, biri öbürüne sallıyo aq. Ne bu ya..neyi, kimi paylaşamıyosunuz..Tamam, hepsi iyi insanlar, temiz kalpli insanlar da anacım benim tahammül sınırım mı kalmamış, yalnız olmaya çok mu alışmışım bilemiyorum ama bu haralagürele, kargaşa, patırtı, dedikodu, çemkirme bana fazla geldi....O yüzden ben gideyim güzel güzel bizim oralara, uzunca bi süre de gelmiyim mümkünse...Sonra yine geliyim, yine sıkılıyım, anyayı konyayı göriyim, Antalyamın kıymetini anlıyım tekrar...Allah sahibine eşeğini kaybettirir sonra da buldururmuş ya benim durum da öyle oldu aynen...Orada sıkıldım, daraldım, dellendim derken daha bunaltıcı ortamlara girmem, bulunduğum, yaşadığım yerin değerini anlamamı sağladı..neymiş, ben başka yerde uzun süre yaşayamazmışım..."cicim"i de yer değiştirme ve adapte olma konusundaki başarısından dolayı kocamaaaan tebrik ediyor, kendisine saygı ve sevgilerimi sunuyorum...
Tatilim daha bitmiyor Allahtan..dönünce çok işim var ama hafta sonu için ufaktan başladık kaçma planları yapmaya..eğer gerçekleşirse işte asıl tatil ve dinlenme o olacaktır benim gözümde..zira burada kuzen, teyze, abla, enişte peşinde koşmaktan kıçımı bi koyamadım yere...Gelsin denizler, gelsin kumlar, gelsin arkadaşlar şimdi...
Pmsmin 10 gün gecikmeyle sona ermesiyle yine bi boşvermişçilik, bi adamsendecilik, yine bi koy götüne rahvan gitsincilik zuhur etti bünyeye..bu halimi daha çok seviyorum sanırım, pmssiz, gerilimsiz halimi....o zaman aman sabahlar olsun, aman gözümüzü açtığımızda antalyada olalım -beni bekleyen derde, tasaya rağmen...
İlk defa iyi geceler değil, iyi akşamlar diliyorum:bkz:18:25
Sağlıcakla, huzurla kalın efendim...

11 Eylül 2010 Cumartesi

Ankara ve ben:5

Tamam, aile iyi bişey, güzel bişey, kuzenler, çoluk çocuk falan ama bir yere kadarmış...bana yetti..bugün burada 1 haftam bitmiş oldu ve artık gerçekten sıkıldığımı farkettim..o kadar alışmışım ki sessizliğe sükunete, bu kadar gürültü patırtı artı sevgi pıtırcıklığı yeter..olum bi kere ben domuz bi insanım ya güya burda oldum bir melek, bi kanatlarım eksik vesselam..herkese bi sevgi bi saygı bi hizmet...amaaan tamam bu kadarmış...ben antalyamı özledim, denizi özledim, evimi özledim, sevdiklerimi özledim...gidip onlara ve oralarda yapıcam sevgi pıtırcıklığımı...
Bugün bayram ziyaretleri, gelenler gidenler derken arada da bi alışveriş merkezine gittim...allahım panayır yerimi desem ipini koparan gelmiş mi desem, insanlar kendilerini çılgınlar gibi oraya atmış mı desem ne desem?Yani o kadar kalabalıktı ki içimdeki alışveriş yapma isteği bile kapıdan girdiğim anda oracıkta öldü bitti, korktum panik atak geçiricem diye...öyle salak salak girdim çıktım dükkanlara...sonra da bir klasik olarak eve gelip yattım ama misafirin sonu gelmedi ki anacım:S
Ayrıca bugün bissürü insan inceledim...ne kadar farklı yahu akdeniz insanıyla iç anadolu insanı..seviyorum ben bizim oraları da, bizim oraların insanlarını da...buralar bi değişik geldi bana bu defa...geldiğimden beri her bi boku hayatımda ilk defa görüyomuşum gibi yadırgadığım gibi insancıkları da yadırgadım doğrusu...
Bir de özlemek güzel bişey evet tabii ki sonunda ne zaman ve nerede kavuşulacağı, buluşulacağı belliyse...yoksa öyle haybeye özlemek de tat vermiyor insana ki bunu çoook yakinen 5 yıl boyunca yaşamışlığım var..manasız yani...özlenmek de güzel ayrıca...sevdiklerinin sesini duymak, sıkıntılı bi anda bile kuşlar böcekler moduna sokabiliyor insanı, biliyorum...
Kısacası ben burada ben değilim galiba, benim ben olduğum yer benim yerim, yaşadığım, bildiğim yer...
Aklımda onlarca şarkı bile yok hayret..."Ankaradan abim gelmiş" manasız, "Ankarada aşık olmak zor iki gözüm" de manasız, "Neler neler yapıyorsun bensizken Ankarada " da manasız, hiç biri hiç bişey ifade etmiyo benim için..Aklımda bir eylül şarkısı var, diyor ki:
                          Summer has come and passed
                          The innocent can never last
                          Wake me up when September ends
http://www.dailymotion.com/video/x95anf_green-day-wake-me-up-when-september_music

Eylül iyidir, hoştur, hüzün ve huzuru bir arada hissettirir insana...Ben de bu hisler içindeyim işte...

*O değil de "Böyle de yaşanır ayrılıklar, uzak diye bir yer yok, paylaştığımız gökyüzü kavuşturuyor bizi..." diye eski bir şarkı sözü geldi aklıma..o da doğru..o da güzel...
İyi geceler...

9 Eylül 2010 Perşembe

Ankara ve ben:4

Bazı insanların bencilliklerinden ve kimseyi beğenmeme, kimseyi kendine denk görme huylarından dolayı, ileride yaşlanınca yapayalnız kalacaklarını şimdiden bilmek görmek ne garip..keşke onlar da farkında olsalar da bu gerçeğin ona göre davransalar...kendileri bilir tabii, her bi boku bildikleri gibi...
Ankara maceralarım devam ediyor..aman ne macera ne macera!!!Bugün yine negatif uyandım, tüm domuzluğumu takındım...günün yarısına kadar evdeydim..ev kalabalıktı aile eşrafıyla ve dolayısıyla konu döndü dolaştı yine bana  ve boşanmaya geldi aq... hay allaaam hergün bu muhabbeti mi çekicem, hergün açıklama mı yapıcam gidene kadar ben ya...bi tavsiyeler, bi gazlamalar, vs..ve anneciimde benim domuzluğuma domuzluk katan o "mutlu" surat yine...aman ne güzel...bu muhabbetlerden kendimi sıyırıp sokaklara attım...öyle salak salak boş boş gezindim,bir adet kitap edinip (piç güveysinden hallice) geldim eve, sonra da uyudum..bi halsizlik, bi kırıklık, bi tatsızlık var üstümde..bugün burada 5. günüm bitti ve yetti..pazartesi dönmek üzere biletimi aldım..beklesin beni antalyam ve oradaki canlarım..aman sabahlar olmasın antalyada....
Onun dışında bugün biraz hesap kitap işleriyle uğraşıp kendi kendime canımı sıktım...anlamıyorum ben bu hesap kitap işlerinden, o yüzden de hiç getiremiyorum ayın sonunu 10 senedir...ne zaman şunu şöyle yapıcam, hiç borcum kalmayacak desem hep bişey çıkıyor ve iki yakam bir araya gelmiyor..ama bu kış azimle çalışıcam, seneye yaza herşey çok güzel olacak....
Yarın bayram...bugün dışarı çıktım dedim ya..bişey farkettim..aslında ben o şeyi bu eve geldiğimde farketmiştim...yahu arkadaşım herkesin mi babası var? herkesin mi babasıyla arası iyi? yoksa bana mı öyle geliyor?herkes babasıyla -özellikle de kız çocukları- bi mıçmıç bi samimi..sinir oldum ya, içten içe bi haset kapladı bünyemi...bu evde de öyle..evin 2 kızı var..allaaam nasıl iyi babalarıyla araları, sürekli bi öpüşme koklaşma şımarma:S..ya bi düşünceli olun di mi..olan var olmayan var aq...şaka bi yana..yarın bayram dedim ya..benim bayramlarım 11 senedir buruktur...eskiden ne kadar da neşeliydi oysa...bayramda el öpme ritüellerimiz vardı yeğenlerim ve ablamla yaş sırasına girip..şimdi eli öpülecek bir anneciim kaldı evde..allah uzun, sağlıklı ömür versin de daha çok öpelim inşallah....ama şımarmayı özlemişim gerçekten babişkoma....bu bayram gidemedim, beni affetsin, bayramı mübarek olsun, rahat uyusun...
ne vardı bayram şarkısı..."Bugün bayram, erken kalkın çocuklar, giyelim en güzel giysileri, elimizde taze kır çiçekleri, üzmeyelim bugün annemizi" (o da halden anlasın bizi üzmesin:)
Mutlu bayramlar...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Ankara ve ben:3

Tamamen yabancısı olduğum bir eve geldim bugün saat 1 gibi..Kuzenimin evine...Ama hemen içine aldı bu ev beni, sarıp sarmaladı...Annesi, babası, çocukları hatta ananesi olan sımsıcak bir ev...Sürekli bir hareket, bitmeyen bir muhabbet, bir gürültü ve huzur..ne mutlu, ne güzel..sevinçli oldum buraya gelince işte, iyi geldi:)
Sonra 7.caddeye gittim...Eskiden boş zamanımın çoğunun geçtiği yerlere...Hayret hiç birşey değişmemiş, şaşırdım, sevindim, "oley ben buraları biliyorum, oh be kaybolmayacağım bir yer" diyerek tadını çıkara çıkara salına salına gezdim.Oradan da metroya binme amacıyla kızılaya gidip küçük bir tur attım...Nedense alışveriş yapma içgüdülerim dürtmedi beni buraya geldiğimden beri..İyi bişey tabii, maddi bakımdan hayrıma olan bişey ayrıca da:)Sonra da eve geldim "kuzenimin yuvasına":)
Yaklaşık 1 hafta daha buradayım.Sokakları, caddeleri adımladıkça, gezdikçe yadırgamam da geçiyor...Hergün Firdesciğim ve Hamdiciğimle de konuşuyorum..Özledim onları..Firdesciimin heyecanlı bekleyişi sürüyor, ne yalan söyliyim ben de onun kadar heyecanlı ve belki de ondan daha çok umutluyum..Hamdiyle çok dua ettik kendisi için..İnşallah bu sefer olacak.
Anneme gelince...gelmeden önceki ruh hali değişti bir miktar..kardeşini, yeğenini, kızını görmek iyi geldi ona da..yüzü biraz da olsa gülüyor, keyfi yerinde çok şükür..mekan değişikliği ona da yaradı...bu arada benim boşanmam konusunda bugün ablam ve kuzenimle bi konuşma yaptık (annemden gizli)...çok fazla yorum yapılmasa da insanların beni desteklediğini anlamak iyi bişey...
Bugünlük bu kadar..blog blogluktan çıktı günlüğe döndü bu arada..bundan sonra sevgili günlük diye başlıcam yazmaya...
İyi geceler...

7 Eylül 2010 Salı

Ankara ve ben:2

Sanırım bencil bi insan olmadığım için bencil insanları da sevmiyorum, kim olursa olsun, kanım kaynamıyor bi türlü..kanım kaynamıyorsa zaten yakınlığın kurulacağı varsa bile kurulamıyor benim gözümde...verilecek çoook örnek var çok yakınen yaşamakta olduğum fakat onunla da uğraşamıcam gece gece...değmez....
Ankaradayım hala..daha doğrusu -yız. Bugün Tunalıya gittik..yine bi hatırlamalar, "aaa şurda şöyle yapmıştık"lar...zaman ne de çabuk geçiyo aq..hatırlıyorum şuraya yaşama amaçlı geldiğim ilk günü..tam 14 sene olmuş, yine bir eylülmüş kayıt dolayısıyla...hey gidi günler hey diyor insan işte böyle durumlarda...seviyorum burayı ben ama ne burası ne ben 90lı yılların sonu 2000li yılların başındaki ruh halindeyiz...bi yadırgadık birbirimizi bu sebeple...ama hava mis... sabahın köründe kalkmak bile güzel burda sanki okula gidicekmişim gibi...o antalyanın iğrenç, nefes aldırmayan nemi yok....ay sanki burası marsmış ya da hayatımda ilk defa geldiğim bi yermiş gibi bahsediyorum 2 gündür...te allaaam...kendime şaşırıyorum..
Neyse yarın yine bir ev değişimi yapacağız ki bu beni daha iyi yapıcak umarım...belli de olmaz ya....Neymiş tebdil-i mekanda ferahlık varmış....
Sıkılmıştım oralardan falan ama yine de Antalyada beni özleyenleri ben de özlüyorum....
İyi geceler....

6 Eylül 2010 Pazartesi

Ankara ve ben:1

8 saat süren sıkıcı, yorucu, uykusuz ve bir gün önce yaşananlar sebebiyle mutsuz, ağlamaklı bir yolculuğun ardından geldik Ankara'ya.Aslında sıkıcı diyorum ama severim ben otobüs yolculuğunu 8 saati geçmediği sürece, mesela Antalya-İstanbul olmadığı sürece.Ee 5 yıl gidip gelmişliğim var zamanında hiç daralmadan, bunalmadan.Bi aşinalığım vardır yani bu güzergaha.Otobüsün camından dışarıyı izlerken kurduğum yüzlerce hayal, aklımdan geçirdiğim bi ton şey vardır.Ve bu iki şehir arasındaki her yolculuğumda aynı şeyleri hissederim yine tuhaf bi şekilde.
Yolculuk öyle böyle biterken, yolun sol tarafında Başkent Üniversitesi göründü.Eski ev arkadaşımın okulu olmasının yanı sıra, bu okulu görmek hemen 2 dakika sonra Koru Sitesi kavşağında yolculuğun biteceği anlamına da gelirdi eskiden.Ama bu defa orada inilmedi tabii ki. Bana tamamen yabancı gelen koca binaların aralarında hala tanıdık gelmesini umduğum yerleri görmek için sağa sola heyecanla baka baka sonlandırdım yolculuğu.O tanıdık yer AŞTİ.Belki de tek değişmeyen yeri buraların.Yollar, alt geçitler, köprüler,binalar, herşey bambaşka olmuş, çok değişmiş.Pek çok yeri gördüğümde içimden “beni tam burda bıraksalar, yolumu bulamayacağım için oturur ağlarım” diye geçirdim.Oysa ki eskiden vız gelirdi böyle yabancı yerler, hatta heyecanlandırırdı beni...ne yazık gözü karalığım mı gitmiş ne, ya da yaşlanmış mıyım acaba...
Eve geldik, ablamın evine.Bir zamanlar yaşadığım kendi evime değil.Ya da üniversite zamanlarından önce geldiğim ananemin evine değil.Tamamen yabancısı olmuşum bu kentin sanki.Garip bi hüzün çöktü içime, bi burukluk.5 yıla sığdırılmış binlerce hatıra, yüzlerce insan, envai çeşit mekan, hepsi film şeridi gibi geçiyor 2 gündür gözümün önünden...Neyse, ne diyordum, eve geldik, yol yorgunluğu, uykusuzluk, sohbet, muhabbet, vs. Ve bu sohbetlerde açılan daha doğrusu fısıldaşılan gündemdeki konu, benim boşanmam...Bi şey farkettim: insan evlenirken kalabalık bi şekilde evleniyormuş, yani arkadaşlar, aileler, sürekli konuşmalar, planlar, programlar, iyi dilekler, bi yoğunluk, vs. Ama boşanırken de insan yapayalnız boşanıyormuş.O evlenirken yanında vıdı vıdı konuşan insan topluluğu sus pus oluveriyormuş bi anda, yerini koca bi sessizlik, “hayırlısı olsun” cümlesi ve manasız bakışmalar alıyormuş.İnsanlar, hayaller, boşanacak şahsiyeti öylece ortada mal gibi bırakıveriyormuş.Ne garip hem de oh ne ala demek istiyorum.”Uleyn noldu konuşuyodunuz hani yine konuşsanız ya, yine akıl verseniz ya” diye bağırasım geliyo yüzlerine yüzlerine ama hiç uğraşamıcam doğrusu diyorum sonra. Okey 500 kişi evlendik ama bir başıma sağlamca ayakta çıkıcam bu boşanma olayından “hayırlısıysa” diyorum kendime...Yaşadıkça, dinledikçe öğrenecek daha kaç milyon şeyim var acaba?
İşte ben aklımda bunlar ve bünyemde hala geçmeyen pmsmle (sanırım teknik bi arıza oluştu içimde), internete bile giremeyip (oysa ki içimde delice bişeyler yazma isteği varken) oturduğum yerde uyuyakalmışım. Sabah erken kalkmaya alışık olmayan şu ruh ve bedenim, sanırım muhteşem havanın etkisiyle saat 9'da cin gibi oldular.Güne erken başlamak güzel bişey tabii ki.Ama sonrası işte uzadıkça uzuyor sonra.Nitekim saat 1de yine uyumuşum.Saat 3 gibi ailecek verdik kendimizi Ankaranın bana tamamen “hayatımda ilk kez görüyorum burayı” dedirten ve hissettiren caddelerine, parklarına, sokaklarına. Aman Yarabbim bende bi yabancılık, bi ait olamama duygusu, bi yadırgama, tuhaf hallerden tuhaf hallere girdim 5 saat boyunca.Bakalım buradaki geri kalan günlerim de mi aynı hissiyat içinde geçecek...
Garip duygular içindeyim yine anlaşılacağı üzere, ne oraya, ne buraya, ne şuraya sığma duygusu...hiç normal değil yine..gerçi benim normal olmam anormal gelir bünyeme..ben de bu cins bi insanım işte..olsun..
ayrıca...yapraklar yatağım, kırlangıçlar arkadaşlarım, yıldızlar yorganım ve beni sevenler yanımda olsun..negzel...
İyi geceler...
ps.bi de kimse beni kandırmaya çalışmasın...

3 Eylül 2010 Cuma

"incindim, incitildim derinden..."

Damarlarımda mutsuzluk var yine bu gece...içimi sarmış, etrafımı sarmış, evimi bile sarmış kocaman bi mutsuzluk...Hala pmsmin devam etmesinden dolayı doğru düzgün uyuyamayarak rahatsız başlamıştım güne...Ama yine de dostlarımın gözlerindeki umut ve heyecanı görerek ben de heyecanlanmış, ayrıca da bugün annemin 75. doğum günü olduğu için huzurla dolmuştum günün ilerleyen saatlerinde...Sonra akşam oldu, hava karardı, annemle yaşadığım yarım saatlik bi diyaloğun -ki kısmen monolog da sayılabilir çünkü benim annem kendiyle konuşmayı, kendi kafasında kurmayı, benimle veya başka birisiyle bişeyler paylaşmaya, derdini anlatmaya tercih eder- benim günüm de karardı, gece oldu içimde...Yine yetinememe duygusu, üstüne üstlük bu sefer yapayalnız kalma korkusu ve bu duyguyu benim adıma benden çok daha fazla manasızca yaşayan annemin acıtan, içimi burkan, kendimi yarın çıkacağımız yolculuk için bavul hazırlama bahanesiyle odasına kapatıp ağlama krizine giren ben...Olayın nasıl geliştiğini anlatmak istemiyorum, aslında şu anda hiç birşey yapmak istemiyorum...Sadece ben nasıl her zaman birilerinin özellikle de ailemden birilerinin kalbini kırmamak, canını acıtmamak için üstün bir şekilde özen gösteriyorsam, aynı şeyi onlardan da bekliyorum, en çok da annemden...Çünkü benim hayattaki en büyük amacım kendimden çok onu mutlu etmek...Ama bugün, onun en mutlu olması gereken bugün, gördüm ki, duydum ki, anladım ki ben kendimi boşuna paralıyormuşum, zaten ruhunu çoktan mutsuzluklara, kafasında yarattığı hikayelere gömen annemin mutlu olduğunu, huzurlu olduğunu sanarak, buna inanarak kendimi avutup kandırıyormuşum..yazık, hem de çok yazık...mutsuzluğunun sebebi benmişim meğer, onun mutlu olması için benim mutsuz olmam gerekiyormuş, "dul" kalmamam gerekiyormuş, insanların gözünde "dul" olmamam gerekiyormuş...ben ne istiyorum, ne hissediyorum önemli değilmiş meğer...ben zaten mutsuzdum, bu gece daha da mutsuz oldum...bundan sonraki hayatımda da muhtemelen daha daha mutsuz olucam...yapacak birşey yok..hayat benim hayatım değil ki....yazık, umutsuzum yine:S 40 yaşımda kanserden falan ölmeyi planlıyorum...
http://www.dailymotion.com/video/xb3eey_sertab-erener-yncelikler-yuzunden_music

edit: Allah korusun.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Zehra Hanım....

Ben hiç dedelerimi göremedim.Hatta annem ve babam da çok küçük yaşta kaybetmişler babalarını(bizim ailenin yazgısı sanırım).Babaannemi de görmedim, o da ben doğmadan 2 sene önce vefat ermiş.Ara sıra anarlar ablamlarla annem, ne şanslılar ki anıları var onunla.Ama benim anneannem bir efsanedir.6 sene oldu onu kaybedeli.Hep gülümseyerek hatırlarım onu, hiç gitmemiş gibi, hala Ankara'da Cebeci'deki evinde her zaman oturduğu köşesinde oturuyormuş gibi..Ben anneannemi (böyle uzun uzun yazmak zor geliyor), ananemi (Zehra Hanım'ı), ilk okuldayken falan tanıdım. Aslında olay şöyle oldu. Ben doğduğum zaman (MÖ) yanımızda hep teyzem varmış.Ben çocukken süper salak olduğum için teyzemi hep ananem zannetmişim.Sonra birgün hatırlıyorum annem dedi ki ananenle dayın gelicek Ankara'dan.Otogara gittik karşılamaya.Leyn bi baktım bi adamla bi kadın ama hayatımda hiç görmemişim.Onlarla o andan önceki tüm hatıralarım çok enteresan bi şekilde silik, yok yani.Neyse tabii o andan sonra kaynaşmalar, yakınlaşmalar, ömür boyu unutulmayacak hatıralar inşa etmeler,vs. Ananemle dayım birlikte yaşardı. Dayım sırf ananemi yalnız bırakmamak, onun deyişiyle "elin kızı"nı eve gelin getirmemek için evlenmemişti bile(bakınız bu da bana bi yerden tanıdık geliyor, genlerde var sanırım).Dayım ananemin eli koluydu, herşeyiydi.Ben de çok severdim, bi taneydi dayıcığım.Ama onu da çok talihsiz bir şekilde 96da kaybettik (o hikayeyi de bir ara yazarım).Ondan sonra yine ananem yalnız kalmasın diye daha önce kızıyla yaşamakta olan teyzem, ananemin yanına taşındı.Ama hiç birşey eskisi gibi olmadı onlar için.Çünkü bi kere ailenin demirbaşı ve tek erkeği olan şahsiyet aralarından ayrılmıştı. O zamana kadar hayatında hiç bir sıkıntı çekmemiş olan ananem nedense gerçekten sebepsizce maddi kaygılar içine düşmüştü.Neyse, bi şekilde beraber yaşamaya alışmaya çalışarak birbirleriyle didişe didişe yaşadılar hep. Ananemle ilgili hatırlarım gülünçtür. Aslında diyorum ya Zehra Sultan anlatılmaz yaşanır bi kadındı. Mesela her sabah aynı saatte kalkar, mutfağa gider, bilumum gürültüler yaparak ev halkını uyandırır ve önüne kahvaltısını beklerdi.Kahvaltıdan sonra 12'ye kadar koltuğun hep aynı yerinde oturur saat tam 12'de öğle yemeğini beklerdi.Saat 6-7 gibi de akşam yemeği yenirdi.Beslenme düşünmediği saatlerde hiç birşey yapmadan bizi güldürmeyi de çıldırtmayı da becerebilirdi.Geçkin yaşına rağmen süsüne düşkün, burnundan kıl aldırmayan havalı bir tipti.Daha doğrusu hatunun ruhu saraylıydı.Öyle derdik biz ona:)Eğer bir yere gezmeye gidilecekse hepimizden önce hazırlanır, nedense kendi boyuna göre fazlaca yüksek olan yatağına oturur bekler, bir de bize çemkirirdi uyuşuğuz diye.Hele ki yapılacak seyahat şehirler arası ise o zaman sıçtığımızın resmiydi.Mesela otobüs saat 10daysa ananem sabah 5buçuk gibi kalkar, 6da hazır ve nazır kapıya en yakın koltuğa oturmuş olarak bekliyor olurdu.İnsanın iki ayağını bir pabuca sokmakta üstüne yoktu yani.Onun dışında dedim ya süsüne düşkündü kendi çapında diye, ellerine yüzüne yanından hiç eksik ekmediği yeşil beyaz arko kremi sürer, Aida diye zannımca yeryüzünde bir tek kendisinin kullandığı parfümünü sıkmayı da hiç ihmal etmezdi.Dayım öldükten sonra para derdine düşmüştü nedense.Hem kendisinin, hem teyzemin maaşları vardı oysa.Ama tabii hayatının hiçbir döneminde kira, fatura,vs. ödememiş bir insan olarak 80 yaşından sonra kafasında neler kurdu da tek derdi para oldu bilemiyorum. Parası bitecek diye ödü patlardı.Kendince tasarruf yapmaya kalkar, bizi sinir eder ama sonradan da kendi aramızda dedikosunu yaparken gülme krizlerine girmemize sebep olurdu. Babam öldüğünde annem ve ben bir ara onların evinde kalmıştık.Mesela ben gece ders çalışırdım, 12de yatmış olan ananem hiç üşenmeden yamacıma gelir, kızım gözün bozulacak bu saatte çalışma der lafı sokar giderdi.Lafı sokardı diyorum çünkü o "gözün bozulur"un altındaki asıl anlam şuydu:"kızım ışıklar yanıyo, elektrik gidiyo, bu saatte çalışma":)))Zaten kendisi bir kaç girişiminden sonra beni bezdirmiş ve evden kaçırmayı başarmıştı da.Haliyle hergün duş alırdık annem, teyzem ve ben.Ananemim tepkisi şu olurdu:"Kocanız mı var sizin de hergün yıkanıyosunuz???":DDDAlt metin tabii ki şu: "uleyn su da gidiyo elektriğin yanında, yıkanmayın":)))Biz de gizli gizli yıkanırdık sayesinde:)Her cumartesi günü sayısal loto oynardı o yaşında.En büyük damadına kolonun parasını verir, pazar günleri de birimize kontrol ettirirdi.Ama 3ten fazla tutturamadı hiç, oysa ki ne hayalleri vardı...Her konuda takıntılıydı benim ananem, sanırım bu konuda da bana örnek olmuş.Rejoice'tan başka şampuanla yıkanmazdı:))Recoys da diyemez cicoys derdi:))Onların evine başka şampuan girmezdi sırf bu yüzden.Kim 500 milyar ister yarışmasının en büyük fanıydı sanırım yeryüzündeki.Gözleri yanlış katarakt ameliyatı ve yaşlılıktan dolayı iyi görmediği için, sandalyeyi televizyonun önüne sıfırlar (72 ekran:),sorulara yalan yanlış cevap verirdi(yalan yanlış diyorum çünkü kulakları da duymazdı).Eğer o yarışma varsa hayatta başka birşey izletmezdi kimseye...Galatasarayın UEFA kupası maçını izlemiştik ailecek.(Kendisi de Galatasaraylıydı bu arada).GS kupayı aldı diye mahallede kıyametler koptu haliyle.Önce ananem de sevindi falan.Sonra baktı biz sokak eğlencelerini balkondan seyretmekten içeri girmiyoruz, aynen şöyle demişti:"Eeeeee yeter bu curcuna kaç lira ediyomuş ki bu kupa!!!".Allahım tarihe geçicek bi laf ettiğinin farkında mıydı acaba? Hala hatırladıkça gülerim:)Gözleri iyi görmezdi demiştim ama bazen yerde desenli halının üstündeki minicik ipliği bile görür, bazen de eve gelen yabancı birini gözlerinin seçmediğini söyleyerek burnunun dibine kadar çağırır, yüzünü gözünü ellerdi.Hatta kadınlara erkek, erkeklere kadın muamelesi yaptığı da çok olmuştur.Mesela eve gelen,kendisinin tanımadığı bir erkeğe "Hoş geldin Hanım Kızım" diyerek bizleri gülme krizlerine sokmuşluğu vardır.Kulağı gerçekten çok iyi duymadığı için işitme cihazı kullanır, onu da sürekli kurcalar, aletin ayarlarını bozar tuhaf sesler çıkarmasına sebep olur, sonra o fiks cümleyi ederdi: "Çıkarma beni diyor". Çok iyi Fransızca bildiğini iddia ederdi bu arada.İlkokulda bunların öğretmeni bikaç manasız gereksiz cümle ezberletmiş bunlara, ananem de o cümlelerle hava atardı bize; "amcazademin bahçesinden gül çalarken yakalandım" diye bi cümle miydi neydi Türkçesi:))Yani şu halimle ben "amcazade" kelimesinin İngilizcesini bilmemekteyim:) Bunların dışında hatırladığım, ananemin sürekli ayaklarıyla tempo tutması var."Anane niye sürekli ayaklarını oynatıyosun" diye sorduğumda içimden şarkı söyleyip tempo tutuyorum derdi, canım yaa:) Ablamın zatürre olduğundan bahsetmiştim ya, ablamla hemen hemen aynı zamanda ananem de zatürre olmuştu.Hastaneye yatırdık, 1 gün sonra doktorlar çıkardı, götürün de evinde ölsün bari diye.Ananem ertesi gün turp gibi ayağa kalktı:)Taş gibi kadındı taş.O da öyle derdi zaten.Ona teyzem banyo yaptırırdı ve her banyoda teyzeme şöyle dermiş "Kızıııım 4 tane çocuk doğurdum ama hala taş gibiyim":)))Sorardık "anane senin boyun kaç" diye, "1.54" derdi, gençken öyleymiş."Zayıflıktan derim kemiğime yapıştı" derdi bir de halbuki 1.30 falan olan boyuna 55-60 kilo çoktu bence...
Sonradan sonraya bir tatsızlaştı ananeciğim...Göğsünde bir yara açıldı kocaman.Kanser ama ameliyat olursa masada kalır dediler.Biz hiç söylemedik ona bu durumu, geçecek dedik, mikrop kapmıştır falan dedik, hergün pansuman yapıldı,vs. Tadının kaçmasının sebebi de göğsünün bozulan görüntüsü ve pansuman yapılırken çektiği ızdırap oldu.Onun dışında performansından hiç birşey kaybetmedi.Sonra birgün bir sabah uyanmadı ananem. Kaybettiğimizde 93 yaşındaydı.Şanslı ki hep güzel gün gördü ve vefatı da güzel oldu.Ölümün güzeli olmaz ama acı çekmeden, uykusunda gitti işte..Cenazesine gidememiş olmam içimde kalan ayrı bir mevzudur.Çok ağlamıştım, ama en çok da annem annesiz kaldı diye ağlamıştım hatırlıyorum.Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın Zehra Sultan.Allah kimseyi annesiz bırakmasın...
İyi geceler...