30 Ocak 2011 Pazar

hepsi bu

Bir boks ringi düşünün. Tam ortasında ben varım. Etrafımda da izbandut gibi adamlar/kadınlar. Yüzlerini seçemiyorum. Ama beni evire çevire bir güzel pataklıyorlar. Yüzümde, sırtımda, kafamda, böğrümde, her yerimde hissediyorum darbelerini. Sanki ben yere düştükçe, onlar iplere yaslanıp bana bakıp gülüyorlarmış gibi geliyor, ama belki de gülmüyorlardır, belki de yazık lan kıza, daha fazla acıtmayalım canını diyor ama dayanamayıp bir tane daha çakıyorlardır. Mümkün mü, olabilir mi bu? Kabustayım sanki, rüyada değil. Rüya olmamalı. Bugün bir arkadaşım aynen şöyle dedi "Farkındasın değil mi, bunlar bizim iyi günlerimiz, kıymetini bilelim. Bizi yaşayacağımız kötü günler bekliyor gelecekte." Hayır, olamaz. Olmamalı çünkü! Tamam hayat bir sınav, fazlasıyla farkındayım ama yoo hayır "daha kötü günler" istemiyorum hayatımda! Karmakarışık, tek bir iyi haber almadığım bir haftasonu...Ben uyurken gece annemin kalbi sıkışmış, tamam ölüyorum demiş kendi kendine ama beni kaldırmamış, sabaha kadar beklemiş geçmesini, geçmiş de ama bugün suratı allak bullak, belli ki korkmuş. Ben de korktum öğrenince, endişeye kapıldım, tarif edilmez hisler içinde buldum kendimi. Ablam yıılar önce çok ağır bir zatürre geçirmişti ve o zamandan beri aşırı derecede sigara içiyor olmasınında etkisiyle ciğerleri çok zayıf. O da bronşit olmuş. Yeğenim böbrek taşı döküyormuş. Küçük yeğenimle konuştuk, nolucak bizim halimiz diye...olacağı birşey yok, herşey muallak. Önümü bir görebilsem, hayata karşı gardımı alıcam ama göremiyorum ki. Parasal mevzulardan bahsetmek bile istemiyorum, nitekim "para" denen şeyden tiksinmiş durumdayım. Birbirinin tamamen tekrarı olan günler yaşamaktayım. Girdap gibi, kısır döngü gibi. Ne uzuyorum, ne kısalıyorum, ne mutlu edebiliyorum, ne mutlu olabiliyorum. Mutlu olmak istemediğimden değil, kim istemez ki. Ama tam "negzel mutluyum" dediğim anda hayat bir çelme takıyor ayağıma, dengemi kaybediyorum tekrar ve tökezliyorum. Tutunacak tek dalım olan sevdicek de uzakta. Kadere bak ki ona gönderdiğim mektuplar bile doğal yollarla eline ulaşamıyor. Gülsem mi ağlasam mı şaşırıyorum. Bekliyorum ki beni bu zor hallere koyan her neyse çıksın karşıma "şaka yaptım" desin pis pis sırıtarak ben de affedeyim ve yoluma devam edeyim neşeyle.
Çok mu şey istiyorum acaba diye düşünüyorum. Yoo hayır çok birşey değil esasen huzur içinde olmayı istemek, etrafımdaki insanların sadece ve sadece sağlıklı olmasını istemek. Nazar mı değdi, bir günah mı işledim, büyük bir hatam mı oldu düşünüyorum, geçmişi düşünüyorum acaba beddua mı aldım birinden diye. Bilemedim ki, bulamadım ki. Burcumu okuyorum, hazirana kadar zorlu dönem diyor. Hadi 1 hafta olur, 2 hafta olur, Hazirana kadar ne aq. Hem Mayısta sevdicek gelince günüm günümden güzel olacak inşallah. Öyle değil mi Allahım? Bu da mı kendime kendimin inandırdığı bir hayal? Değildir be Allahım. Belki yarın, belki yarından da yakın iyi bir haber alırım, günüm güzelleşir, ruhum rahatlar inşallah. Dün gece cuma gününden beri beynimi yiyen sıkıntılar sonucu yine bir panik atak geçirdim. İnternette bir site var hubpages.com diye. Kendimi fena hissettiğimde orayı açıyorum, panik atak sırasında insan kendi kendine ne yapabilir, kendini nasıl yatıştırır, bunlarla ilgili bazı teknikler var orada. İşe de yarıyor aslında. Dün de öyle yaptım ben de, bol bol derin derin nefes aldım. Ama sabah noldu? Yine başıma patlayan 5 saat ders, sevdiceğin eline kargonun geçmediğini öğrenmek (1 haftada), daha sonra eve gelince alınan sağlıkla ilgili tatsız haberler. Ben de önce duşa girip sonra da yattım uyudum. Napıyım ki Allah aşkına? Kendime soruyorum, soruyorum bulamıyorum cevabını.
Hayatım bir gün gelecek değişecek umuyorum. Buna canı gönülden inanmak istiyorum. Moralim her ne kadar çok kolayca bozulabilse de, zorluklara katlanacak gücü kendimde bulmayı hayal ediyorum. En başta bahsettiğim arkadaşım "bunlar iyi günlerimiz" derken şunu kastetmişti. Ben annemle beraber yaşıyorum ve kendisi 76 yaşında ve burada da dile getirdiğim üzere çeşitli sağlık sorunları var. Arkadaşım da benimle aynı durumda. Ve tabii ki bilemeyiz ama tahmin edilen birşey var ki o da ikimizin de annelerimizin bizi bırakıp babalarımızın yanına gideceği günleri görmemiz kuvvetle muhtemel. Ve biz ve bizim gibiler hayatlarını hep bu ölüm / kaybetme korkusuyla idame ettirmek zorunda kalırlar. Sonuçta babalarımızın ölümlerini görmüşüz ve kendimizi yalnız kalan annelerimize adamışız. Ama bir gün onlar da gidecek, ve biz kime tutunacağız, nasıl dayanacağız orası çok büyük bir korkudur bizim için. İşte sırf bu yüzden panik atak, anksiyete bozukluğu, depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklara meyilli olur, hayata hemen küser, ama ayakta durmak zorunda olduğumuzu bildiğimiz için bir şekilde tutunmaya çalışmayı da öğreniriz zamanla...Bu, kaderden başka birşey değil. Kadere, alın yazısına diyecek sözüm yok. Benim içimde bulunduğum bu durumda gücüme giden şey şu. Benim 2 tane de ablam var ama sanki annem onların annesi değilmiş gibi, annemle beni tamamen kaderimize terketmiş gibi, dünya *ikime minare *ötüme şeklinde bir tavır içindeler. Canları sağolsun diyorum çoğu zaman ama bazen de isyan bayraklarını çekiyorum tabii ki. Benim sadece kendime ait bir hayatım olamıyor bazı durumlarda. Ama şöyle düşünüyorum. Bu yaşa gelmiş bir insan olarak, benim de yalnız kalmak istediğim, sadece kendimi dert etmek istediğim zamanlar oluyor. Ama ben öncelikle hep annem için düşünmek, onun için adım atmak zorunda kalıyorum, yüzüme bir maske takıyorum evde ve olan sıkıntımı içime atıyorum sırf o mutsuz olmasın beni dert etmesin diye. Belki ben de birgün tekrar evlenirim mesela. O zaman annem ablamla yaşar mı? Düzenini bozmayı kabul eder mi? Ablamla yaşar mı diye soruyorum kendime, çünkü ablamın da kocası yok o bakımdan. Benim de aynı evde yaşamasak da, annemin huzurlu, sağlıklı, mutlu olduğunu bilip içim rahat ederek sadece sevdiğim adamla kurabileceğim bir yuvam olur mu bir gün? Bunu anneme soramam, ablamla yaşar mısın diyemem, kırılır, üzülür, beni anlayamaz, onu istemediğimi zanneder, ama belki birgün ablam onu ikna eder ve ben de kendimce bir hayat yaşayabilirim. Annem eşittir hayatımdır benim gözümde. 12 yıldır attığım her adımı ona göre atarım, bir günden bir güne de "of" demişliğim yoktur. Benimki sadece ailemin ve benim "de" mutlu olabileceğim bir hayat hayali...Allah onu başımızdan eksik etmesin, sağlıklı ömür versin, ailemde beni endişelendiren tüm hastalar da iyi olsun ki ben de iyi olayım.
Endişelerim bunlar işte. Sevdiceğim de mayısa kadar geçmeyen hastalığa yakalandı, iyileşemiyor bir türlü. Yokluğu canımı acıtıyor ve bu acıyı yalnızca yine o biliyor..Onu çok özlüyorum, yanımda istiyorum, olmuyor, olamıyor...Bu arada sevgilimi deli gibi kıskanıyor olduğumu fark ediyorum..ne kadar da zamansız oysa ki, neden kendime işkence yapıyorum ki ergen gibi...onun kalbi benimle biliyorum, benim de hep onunla...
Yarın bankaya gidicem, yeni bir kredi başvurusu için, *ötümü ancak bu şekilde toplayacağıma kanaat getirdim, araba yenileme hayallerimi de bir müddet erteliyorum. Yeter ki "yetişememek" fikri beni daha fazla yormasın, soğutmasın hayattan...
Yeni bir hafta başlıyor. Geçen hafta gibi, ondan önceki gibi manasız ve hatta bu moral bozukluğuyla da kendime gelmek için kendime iki tokat atmam gerekiyor.. Düşünüyorum mesela, dişlerim hala bitmedi 3 kere daha dişçiye gidilecek bu hafta sırf 1 diş için, salı günü sabah da dersim var, perşembeye kadar sabahın köründe kalkmak zorundayım, derslerin son haftası olmasının telaşı bir yandan, umarım kredi başvurum onaylanır, umarım herkes iyileşir. Ve 4 gözle beklediğim sevdicek kokan mektup elime ulaşır artık!
Bu hafta sonu uzun oldu, uzun olunca hüznüm de sıkıntım da büyüdü sanki...Yeni haftanın güzellikler getirmesini diliyorum, başka birşey istemem!
Sevdiceğimin bana sevdirdiği adam FDden gelsin;
http://www.youtube.com/watch?v=5IEIMkroUVU
İyi geceler...

29 Ocak 2011 Cumartesi

cancağzım


Gitti 49, kaldı 109...
Sanki başa döndüm...tam alışıyorum sanırken ya da kendimi kandırırken, her ne kadar rahatça konuşabiliyor da olsak, gözyaşlarımın azalmadığını fark ediyorum. Günler geçmiyor cancağzım. Günlerin geçmesine yardımcı olabilecek hiç birşey de yok ki...sadece senin varlığın kurtarırdı gündüzümü gecemi, bunu biliyorum...dünya alamadı benden hıncını sen gittiğinden beri..hala deniyor, hala deniyor...birazcık gücüm var, o da kendime yetiyor...azıcık yol aldım sanıyorum, bir bakıyorum ki aynı yerdeyim...korkuyorum...istediğim şeylere hiç bir zaman ulaşamamaktan, yarım kalmaktan korkuyorum...anlatacak çok şey var ama anlatamıyorum...bıraktığın, bildiğin şeyler hep...
Sen bunu da biliyorsun zaten; seni çok seviyorum...İyi ki varsın...


26 Ocak 2011 Çarşamba

Sadakat

Çok düşünüyorum şu sıralar herşeyi...Cumartesi saat 4ten beri durmak bilmeden akan sümüklerim sonucu beynim açıldı, aydınlandım zannımca...En çok da sevdiceği düşünmekteyim tabii ki...Geçen yazın başından beri yaptığımız, konuştuğumuz herşey birbir aklımdan geçiyor, tartıyorum, ölçüyorum, biçiyorum..."Amaaaan herkes istediği gibi takılsın ama beraberken de eğlenelim" modundan şu andaki modumuza en azından ben kendi adıma şu andaki moduma nasıl geldim onu düşünüyorum. İçim o kadar rahat ki. Şöyle bir durum var, ben evliliğimde sadık bir insan olmadım, çünkü evli olduğum insan bunu hak etmedi, edemedi, beni hayatının bilmemkaçıncı sırasına attı. Bu yüzden de pişman değilim.Onun sevgisizliği ve bu sayede gelişen sevgisizliğim bana sevdiceğimi verdi. İçim kendi adıma çok rahat, çünkü sevdicek hayatıma girdiğimden beri hiç kimseye yan gözle bile bakmadım, asla kendimle çelişecek birşey yapmadım, boşanmamın ardından gerizekalıca ortaya çıkan dış kapının dış mandallarını hayatıma sokmadım, sevdicek ne de olsa burada değil şununla görüşeyim, bununla konuşayım demedim, kısacası, tertemiz başladım bu ilişkiye ve bu böyle de gider. Ha aynı sadakatı sevdiceğin gösterip göstermediğinden çok da emin değilim açıkçası.En azından ilk başlarla yani eylüle kadar falan olan dönemlerle ilgili bi hayli şüphem var...ama yine de birşey demiyorum, belki o zaman o kadar ciddiye almıyordur diyorum sadece, çünkü öyle konuşuyorduk...ama ondan sonrasında o da eğer vicdanlı bi insansa ki öyledir bana boynuz takmamıştır ve inşallah da bundan sonra da takmaz diye umut ediyorum...haa şimdi konu nerden buraya geldi, dedim ya kafamda bin türlü düşünce uçuşuyor diye, işte şöyle toparlıyım, sevdicek benim sevgimi hakeden bir insan olduğu için, beni sevdiğine inandığım için, benimle aynı hayalleri kurduğuna inanmak istediğim için, onunla hep tertemiz bir ilişkim olacak, hep onun yanında olacağım, beni sevdiği, beni hayatında istediği, başkasını istemediği sürece...

Yani toparlamak gerekirse, diyeceğim, demek istediğim şu. İnsancıklar olarak hayatımızda herşeyi  sadece tek birşey için yapıyoruz, o da "sevgi". Sevgi yoksa hiç birşeyin de anlamı ve gereği yok diye düşünüyorum.  Herhangi birşeyi yapmaya değecek insanlar giriyor hayatımıza ya da değmeyecek insanlar...Ben bundan sonra herşeyi sevdiğim adamla ve sevdiğim adam için yapmak istiyorum...Onun eskileri de benim eskilerim de gerçekten eskide kalsın ve hayatımıza hiçbir şekilde dahil olmasınlar istiyorum...
"Sakın dokunmayın bana, rahat bırakın, sürüp gitsin bu rüya, uyandırmayın" diyerek bu konuya daha sonra devam etmek üzere bitiriyorum.
İyi geceler...

22 Ocak 2011 Cumartesi

2. mim vakası:)

İletişim insanı Drukiyyes bir kez daha mimlemiş beni ve nihayet fırsatım oldu cevaplamak için.Yine eğlenceli birşey ve zevkle yanıtlayacağım sorulardan oluşuyor.
Here are my replies:P

En sevdiğim kelime?
"sevdicek" bi de "salak" (alakasız oldu ama:P)
En nefret ettiğim kelime?
emir cümlesi içinde kullanılan tüm fiiller.Mesela; "şunu versene!", onun yerine illa ki "şunu verir misin?" denmeli zannımca!
Beni ne heyecanlandırır?
Aslında hemen her konuda kolayca heyecanlanabilen bi insanımdır.Bunca sene sonra hala bazen derse girerken bile heyecanlanıyorum mesela. Ama genel olarak, özel günler veya değişik bir yere gidecek olmak heyecanlandırır beni. Bir de tabii sevdicekten gelen her türlü telefon, mektup, mail, vs.(malum kendisi "vatani" hizmetle iştigal ediyor şu sıra:S)
Heyecanımı ne öldürür?
Yapılan bir planın bozulması, genellikle üçüncü kişiler tarafından hayallerimin başıma yıkılması, çıkıntılık yapılması diyelim. Bu yüzdendir ki en iyi plan/ hayal 2 kişi arasında olandır!
En sevdiğim ses?
Bak iyice romantikleşip sevdiceğin sesi diyicem şimdi:) Ama bi de olmazsa olmaz bas gitar sesi var tabii ki:) Bir de eğer fırtına yoksa yağmurun sesi:) Anneciğimin sesi:)
Nefret ettiğim ses?
Genellikle her nevi yüksek ses! Mesela derste bağıran çağıran öğrencilerimin sesi, evdeki son sen tv, ha bir de kesinlikle saat alarmı ve ambulans sesi.İrite oluyorum, hayattan soğuyorum ambulans sesi duyunca:S
Hangi mesleği yapmak istemem?
Doktor olmak istemezdim mesela.
Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterim?
Hımm süper soruymuş bu:) Şimdi eğer "doğal" diyorsak, mesela bas gitar çalabilmek isterdim, bir de daha cesur olabilmek ve bir de çok sportif biri olmak isterdim...
Ama "doğaüstü" diyorsak o zaman çok şey var sahip olmak istediğim.Öncelikle isterdim ki insanların düşüncelerini okuyabileyim ve akıllarından geçenleri bilerek salağa yatabileyim. Sonra mesela uçabiliyor olmak isterdim.İstediğim yere, istediğim kişinin yanına(bkz.sevdiceğim) kuş gibi gökyüzünde süzülerek gidebilmem mümkün olurdu o zaman. Görünmez olmak da isterdim, ama ortalığı süper karıştırırdım o zaman:P
Kendim olmasaydım kim olmak isterdim?
Hımm, evet...Bulamadım ben bu sorunun cevabını yaa:S Memnunum "ben" olmaktan sanırım:) Ama benden iyi mucit, kaşif falan olurdu galiba:P
Nerede yaşamak isterdim?
İnsanların birbirini yemediği, para diye bir kavramın olmadığı, sadece sevdiğim kişilerin olduğu ve kesinlikle denizi olan bir yerde yaşamak isterdim...huzur içinde...
En önemli kusurum ne?
Çenemi tutamamak.
En fazla keyif aldığım kötü huyum ne?
Uyumak:) Hem de çok uyumak:) Bir de sigara:S (gerçi keyif aldığım pek söylenemez ama)
Kahramanım kim?
Rapunzel:P, Pamuk Prenses:P, Kül kedisi:P, Juliet::P, Tinker Bell:P:P:P:P
En çok kullandığım kötü kelime?
Ayyy asla kötü kelime kullanmam ben aq:)
Şu anki ruh halim?
Hayal ve özlem dolu...
Hayat felsefemi hangi slogan özetler?
"Together we stand, divided we fall!", "Whatever will be will be"
Mutluluk rüyam?
Sevdiğim herkes her bakımdan iyi durumda olsun, sevgilim hep yanımda benimle olsun, istediğim her yere istediğim zaman gidebileceğim kadar param ve buna olanak verecek bir işim olsun ve kendime ait güzel bir evim olsun..böyle huzurlu bir hayatım olsun ve "they lived happily ever after..."desinler:)
Mutsuzluğun tanımı?
Çaresizlik, elimin kolumun bağlanması, hayal kırıklığı:S
Nasıl ölmek isterdim?
İçimde ukte kalmadan, acı çekmeden ve huzur içinde...
Öldüğüm zaman cennete gidersem Allah'ın bana ne söylemesini isterim?
"Hak ettiğin için buradasın. Hoş geldin:)"

Benim cevaplarım da böyle işte:) Evet seviyorum ben de mim yazmayı ve Drukiyyes'e tekrar teşekkür ediyorum...
Hoşçakalın:) 







20 Ocak 2011 Perşembe

gemiler...kuşlar...

Uyanmakla uyumak arasındaki saatlerde sadece vakit doldurmak, zamanı hızlandırmak için yaşadığım, nefes aldığım bir dönemden geçiyorum. Kendime ertesi gün için amaçlar üretiyorum. Oyalanmak için internette ne kadar alışveriş ve tatil sitesi varsa hepsini alt üst ediyorum. Evde ne kadar çekmece varsa hepsini boşaltıp ayıklayıp düzenliyorum. Daha önce hiç izlemediğim dizileri izliyorum kendimi kaptırarak. Geceleri yatmadan önce sevdiceğe mektup yazıyorum günlük tadında. Allahtan artık telefonu var ve gün içinde de birkaç defa konuşup mesajlaşabiliyoruz ki bu da günümün güzel geçmesine sebep olan yegane hadise. Genel olarak mutsuz değilim aslında, hayal kurmak, aynı hayalleri sevdiğim adamın da kurduğunu bilmek mutlu ediyor beni. Sıkıntı veren şeyse benim burada elimi kolumu sallaya sallaya istediğim herşeyi yapabilme imkanım varken sevdiceğimin orada eli kolu bağlı, özgürlüğü elinden yarı alınmış şekilde bilmemkaç metrekarelik bir alanda, bilmemkaç günü geçiriyor/geçirecek olmanın keyifsiz ruh hali içerisinde olması. Dayanamıyorum buna, her konuşmamızın, her konuşmamızda onun sesinde hissettiğim azalmış yaşama sevincinin ardından kafamı yastığın içine gömüp ağlamak ya da hemen uyumak istiyorum. Uyumak en büyük kaçıştır gerçeklerden.Ve benim sevgilimi daha 100 küsür gün göremeyeceğim gerçeğini kabullenebilmem ve bu gerçekle yaşayabilmem için bolcana uykuya ihtiyacım var. Demiştim ya keşke 1 gün 2-3 saat olsa ve zaman kavramı geçmemek konusunda bu kadar direnç gösterip inat etmese...o zaman herşey çok daha kolay olurdu ikimiz için de...

Bunların dışında, hiçbir atraksiyon yok hayatımda. Bugün dünün tekrarıydı, yarın da bugünün tekrarı olacak. Kendimi her türlü aktiviteye isteksizlik sebebiyle kapatmış, 17 Mayısa kadar rölantiye almış durumdayım ama tüm algılarım açık durumda. Mesela dün dolunay olduğunun ve bunun beni uzun zamandır ilk kez negatif bir şekilde etkilemediğinin farkındayım.Belki de aynı dolunaya sevdiceğin de bakıyor olduğunu, gökyüzündeki aynı  aydınlığı görünce onun da aynı mutluluğu hissettiğini bildiğimdendir."Hayat ne güzel, gemiler falan" demek isterdim tam da burada ama "gemi" kelimesinin şu anda bana ifade ettiği tek şey sevdiceğin bütün gün o fenerde onları sayıyor, dinliyor, rapor ediyor olma durumu/zorunluluğu.O yüzden anca "Hayat ne garip, gemiler falan..."diyebiliyorum. Ama belki buradan kalkan bir gemi sevdiceğin baktığı yerden de geçiyor, farkında olmadan aynı gemiye bakıyoruzdur. Aynı, aynı kuşlara bakıyor olup "Belki üstümüzden bir kuş geçer..." şarkısını aynı anda aklımızdan geçirmemiz kadar mümkün birşey bu...

Beklediğim(iz) Atilla Atalay kitabı nihayet çıktı ve hemen aldım. İsmi "Mecnun Kuleleri". Klasik, eğlenceli Atilla Abi hikayelerinin yanısıra yine en damarından, en gerçeğinden, en beni/bizi anlatanından, en ağlatanından hayata ve hayale dair öyküler mevcut kitabın sonunda. "Mecnun Kuleleri" ve "Negzel pempe" kitabı açar açmaz okuduğum ve yine "Ağlama Dolabı"nda, "Seslerim" de, "Kalbin Böcüü"nde olduğu gibi beni çok başka yerlere götüren hikayeler...Aslında sevdiceğe de aldım aynı kitaptan, aynı anda başlayacaktık okumaya ama ben dayanamadım ve zaten benim 2 kerede anlayabildiğimi sevdicek sadece göz gezdirerek aklında tutabiliyor ne de olsa mantığıyla ona yetişmek için ondan önce başladım kitaba. Sanırım bu kitabın (hayatında okumaktan en zevk aldığı adamın kitabının) onun eline geçmesi, bir süreliğine de olsa o mahrumiyet bölgesinde keyfini yerine getirecektir aşkımın. Bu yüzden bu kitabı daha da çok seviyorum.

Günler işte böyle hep sevdiceksiz ama hep sevdiceğin hayaliyle geçiyor. Onun yokluğu dışında herşey yolunda, bir problem yok. Gerçi insan olmak istediği insanın yanında olamayınca hayattan ne kadar zevk alabiliyorsa o kadar eğlenmekteyim, düşünün artık! Ama bu günler de geçecek, sevgilim gitmemek üzere dönecek, yine yazlar gelecek, yine çok eğleneceğimiz bol vaktimiz olacak. O günler gelene kadar yeter ki "zaman" işimizi kolaylaştırsın, birazcık yardımcı olsun, hızlıca geçsin gitsin öteye...
Bu şarkı da yine sadece ona gelsin, ne de olsa hiçbir yüz güzel değil onun capon yüzünden...
http://www.youtube.com/watch?v=4Al5LVdVoFA

İyi geceler...

15 Ocak 2011 Cumartesi

önüm, arkam, sağım, solum sevdicek.

Çokça koşuşturmalı ve yine 1 aydan fazladır olduğu gibi bol özlemeli bir hafta daha bitiyor.Sevdicekle konuştukça nedense sanki yarın gelecekmiş-gelebilecekmiş gibi heyecanlanıyorum.Şimdiden bundan 4 ay sonrasının planlarını yapmaya çalışıyorum.Aslında plan/program insanı değilimdir ama çocuk gibi hevesleniyorum işte.İnternette araştırdıkça da hemencik gelsin Mayıs ayı istiyorum, çok sevinçli, çok heyecanlı, çok sürprizli:))

O değil de şimdi diyorum ki değişik birşeyler yazayım...mesela en sevdiğim filmi, hastası olduğum kitabı falan anlatayım.Bugün F. Ve E. ile gittiğimiz alışveriş merkezindeki indirime girmiş ama bi boka benzemeyen kıyafetleri anlatayım, sonra yaşadığım ilin sınırları içindeki 4 tane D&R ve 1 adet Remzi'de bulamadığım ama çok aradığım aklımdaki puzzle modellerini anlatayım.Öğrencilerimi anlatayım, hobilerimi falan anlatayım...ama yok olmuyor işte...ne yazsam, nasıl başlasam söz dönüp dolaşıp sevgilime geliyor..Bıkmadan usanmadan, aynı cümlelerle, aynı sıfatlarla O'nu anlatasım geliyor, benim akıllı, içli, romantik, yakışıklı, Capon sevgilimi..(İçli sevgilimin içli yazılarını yazdığı blogu da öksüz kaldı bu arada tabii o gidince...)E.'ye kızardım sürekli sevgilisiyle (şimdiki kocacığıyla) dipdibe olduğu için "Ne kızım bu böyle liseli aşıklar gibi mıçmıç sürekli araşıyorsunuz, sırnaşıyorsunuz, ayrılamıyorsunuz" diye.O da bana kalp şeklinde gözleriyle "Napıyım kızım çok aşığım" derdi...Şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum onu.Keşke sevdiceğim de yakınımda, yamacımda veya 24 saat aranmaya uygun konumda olsa da ben de sırnaşsam ona, koalası olsam, hiç bırakmasam, herkesi, herşeyi bir yana koysam sadece ikimiz olsak...Oooooooooof çok özledim çok, öyle böyle değil..Keşke günler 24 saat değil de 2 saat falan olsaymış bu bekleme süresinde:SS

Tüm bu hissiyatın dışında bu hafta bir adet check-up ve kanal tedavisi atlatmış bulunuyorum.Daha doğrusu kanal tedavisinin henüz ortasındayım diyelim.Check-up sonuçlarım çok iyi çıktı çok şükür amma ve lakin doktor bey bendeki şikayetlerin panik atak belirtisi olduğunu söyleyerek bir psikiyatra görünmemi söyledi.Ben de peki dedim ama gitmeye niyetim yok elbette, psikiyatr fobim olduğunu daha önce de belirtmiştim bir yazımda.Kimyasala karşıyım arkadaşım, ağrı kesici dışında hap map alamam doğrusu, sonra kafam bi milyon ve içimde intihar isteğiyle işime gücüme gidemem, normal hayatıma devam edemem.Bu sebeple kendimi kendi haline bıraktım, elbette ki sevdicek gelene kadar.O geldiğinde kendimi onun kendisine bırakıcam çünkü:)



Eğer tariflerinden yanlış anlamadıysam ve google bana yanlış görsel vermediyse sevdiceğim şu resimde görülen fenerin hemen yanındaki 2 katlı binanın 2. katında nöbet tutmakta.Ben de o kayıklardan birine binsem, tam karşısına geçsem, bütün gün onu seyretsem keşke...onun görüş alanında bir yerlerde olabilsem, kıyıdaki kulübelerden birinde yaşasam Mayısa kadar...hayaller, hayaller işte....

Yarın sevgilimle en azından birkaç saat internette konuşabileceğim güzel birgün olacak..sabah çabuk olsun, dersim çabuk bitsin, hemen eve geleyim istiyorum...

Bu gece, bu şarkı O'na gelsin...çok özlüyorum, çok seviyorum...
http://www.youtube.com/watch?v=F9580icvklI&feature=related

Zincire vurulmuş bir mahkum gibi
Aşkının kölesi oldum ne çare
Herşeye bedeldi saçının bir teli
Hasretin düşürdü beni bu hale
Dipsiz bir kuyu gibi karardı dünya 
Sensiz hayat nedir ki boş bir virane
Meyhaneler yetmiyor bu gece bana
Ben sana vuruldum deli divane
Çöllerde dolaşan bir mecnun gibi
Aşkınla tutuştum yandım ne çare
Herşeye bedeldi adının bir harfi
Hasretin düşürdü beni bu hale

...


İyi geceler...



12 Ocak 2011 Çarşamba

anlam veremediğim insan modeli!

Sinirliyim bugün. Günüm güzel başlamıştı sevdiceğin sesiyle uyanınca ama işe gidince, olan tüm pozitifliğim, neşem, enerjim uçup gitti.Ben bu insanları anlayamıyorum.Kimin kime yaranma peşinde olduğu belli değil, ayrıca yaranmak niye?Kimin kimin kuyusunu kazdığı da belli değil, ve kuyu kazmak niye?Sonuçta herkes işini düzgün yapmak, kimsenin ayağına basmamak zorunda değil midir "iş yeri" dediğimiz, para kazandığımız, yaşamımızı düzgünce sürdürmemize aracı olan yerde?Yani haksızlığa maruz kalmamak için illa ki binbir çeşit bahane uydurup yalakalık mı yapmak gerekiyor?Sürekli bir mazeret mi bulmak gerekiyor istemediğin birşeyi yapmamak için?Bu kadar senedir aynı yerde, aynı insanlarla çalışıyorum hala kimin ne mal olduğunu, kimin neyin peşinde olduğunu anlamış değilim.Hepsini önce vicdanlarına sonra da Allaha havale ediyorum.Benden uzak Allaha yakın olsunlar, sırnaşmasınlar da bundan sonra.

Sevdicek olmayınca işe gitmenin bile tadının olmayacağını, kimsenin beni koruyup kollamayacağını biliyordum fakat iyi niyetimin bu kadar da suistimal edilebileceğini tahmin etmemiştim.Kimsenin benim asabımı bozmaya, günümün içime etmeye hakkı olmadığını düşünüyorum ayrıyetten. Fuck them all diyorum!!!

Sevdicek uzakta ama keyfi yerinde çok şükür.Onun keyfinin yerinde olması benim de birazcık da olsa moralimi düzeltiyor.Gideli tam 1 ay oldu.Yani daha bu kadar zamanın 4 katının geçmesi gerekiyor kavuşmamız için, bu zorunlu ayrılığın bitmesi için.Rüyamda görüyorum onu sürekli, keyfim yerine geliyor hatırladıkça gördüklerimi.Özlemek zor birşey gerçekten, insanı terbiye ediyor bir yandan da.Ama sonunda kavuşulacağını bilmek güzel bir duygu, tam umudunu kaybedecekken yüzünü güldürüyor insanın kavuşma sonrasıyla ilgili hayaller kurmak, kurabilmek.Hiç göremeyeceklerim de var oysa bir yanda da, özlemleri hiç bitmeyenler, yukarıdan bizi izleyip kollayanlar var.Onların da ruhları huzur içinde olsun yeter.

Herşeye rağmen moralimi bozmamaya çalışıyorum.Kendimi en çok da kendimle uğraşarak oyalamaya çalışıyorum, saat dolduruyorum, vakit geçiriyorum.Gerizekalı, hırslarının kölesi olmuş insanlara rağmen, beni hayata bağlayan, ayakta tutan, bana şarkılar söyleten, hayaller kurdurabilen sebepler de insanlar da var.İyi ki de var...

9 Ocak 2011 Pazar

mimmmmm...

Drukiyyes mimlemiş beni sağolsun:) Daha fazla geciktirmeden hemmen cevaplıyorum bu deşifre sorularını:P

1.Kaç yaşındasın?
Bloglarını takip ettiğim pek çok kişinin aksine 20li yaşlarımda değil, 32 yaşındayım:)
2.İsminin son harfi ne?
e
3.En sevdiğin renk ne?
Siyah
4.Kilon kaç?
Şişman da değilim zayıf da değilim...
5.Boyun kaç?
Uzun da değilim kısa da değilim...
6.Ailenin kaçıncı çocuğusun?
3 ve son.Yaşı bana yakın olan ablamla aramda 13 yaş var...
7.En sevdiğin şarkı?
Çok var aslında...Pink Floyd Hey you ve Comfortably Numb'la beraber hemen hemen tüm Teoman şarkıları...Şarkıların sözlerine takık bi insanım:) Ayrıca Emreciim Aydıncıımı da sever sayarım...Bi de FD Alev Alev ve Beni Bırakma var tabii sevdiceğimle şarkılarımız...(özledim:S)
8.Sarışın mı esmer mi?
Kesinlikle sarışın değil...erkeğin sarışınını hiç sevmem...
9.Sigara?
:S:S basmayın yarama:S güya bırakıyodum geçen hafta bırakamadım...hala devam içmeye maalesef:S
10.Alkol?
İçmeyi severim ama çok içemem..eski performansımdan eser yok..hemen midem bulanıyo:S
11.Çayı fincanda mı içersin bardakta mı?
Çayı sever sayarım..neyle içtiğim hiç farketmez..yeter ki şekersiz olsun...

Drukiyyes'e teşekkür ediyorum bu ilk mimim için...ben kimseye paslamıyorum mimi ama isteyen kendini mimlenmiş sayabilir:) yeni mimlerinizi bekliyorum ayrıyetten:)
İyi akşamlar:)

8 Ocak 2011 Cumartesi

özlem

İnsanın "özlem" duygusuyla kendini terbiye etme sürecinin tam ortasındayım...günlük hayat bir yandan akıp giderken ben günümü gecemi sevdiceğimin sesini duyduğum dakikalara bağlamış durumdayım...onun sesini duymak bana vitamin gibi antidepresan gibi geliyor, gerim gerim gerildiğim bir günün akşamında ya da baş rolünü kendisinin oynadığı bol rüyalı bir gecenin sabahında kendime geliyorum onunla konuşunca, sanki hiç gitmemiş gibi, sanki arayacakta bugün napsak acaba diye plan yapacakmışız gibi...biliyorum sevgilimin dışında hiçbir şeyden bahsetmez oldum blogta da, bunun sebebi hayatımda onun dışında kaydadeğer birşey olmaması...
2 hafta önce bünyeme musallat olan baş dönmesi, sersemlik, halsizlik hisleri henüz geçmediği için pazartesi günü check-up yaptırmaya gidiyorum.Ailemde herkes envai çeşit hastalıktan aramızdan ayrılmışken ben de aynı şeyleri yaşamamak, aynı acıları çekmemek için temkinli davranmaya zorunlu hissediyorum kendimi.Belki evhamdır, belki buhrandır, bunalımdır, belki de bir vitamine bakıyordur iyi hissetmem ama her ne ise bunu bilmek ve ona göre önlemimi almak ya da içimi rahatlatmak istiyorum.Yeni yıldan önce aldığım kararları yavaş yavaş uygulayabiliyor olmak da yapılması gereken bir işi bitirmenin hazzını veriyor bana.Mesela bugün de dişçiye gidip aylardır korkumdan yüzleşemediğim çürüklerimle yüzleştim.
Mutsuz değilim ama eksiğim.Ruhum yanım yok sanki, benimle değil.Çünkü kalbimin böcüğü benimle değil.Yaşamam gereken şekilde yaşamaya, saatleri doldurmaya bakıyorum.Bir an önce baharla birlikte sevdiceğimin de gelmesini umut ediyorum.Yaz gelsin, bu özlem geride kalsın, yapmak istediğimiz herşeyi yapabilelim, gitmek istediğimiz her yere gidebilelim istiyorum.
Umarım sağlık, mutluluk ve huzur hep bizimle olur ve bunlar bizimleyken biz de hep beraber oluruz...
İyi akşamlar...

5 Ocak 2011 Çarşamba

tahammül

Yılın ilk 5 gününün bilançosu: günde 2 kez sevdicekle telefonda konuşma, geçen hafta İskenderuna gidildiği için deli gibi telafi dersi yapma, az miktarda sigara (bırakma çalışmalarım azaltmayla sonuçlandı) ve bol miktarda özlem...yılbaşından sonra bizde kalan aile eşrafı da bugün itibarıyla dağılmış bulunduğu üzere yine yeniden annemle başbaşa kalmış durumdayım, yani huzur, sükunet, özgürlük ve hareket etme alanı mevcut evde...arkadaşlarımın pek çoğu ve bizim aile sevdiceğimin sevdiceğim olduğunu da öğrenmiş bulunuyor nihayet..gizli saklı birşeyin kalmamış olması da sanki daha çok konuşma, üzülme, surat asma lüksü veriyor bana..ne de olsa sevdiceğimsiz olmanın hüznünü saklamam için bir sebep de kalmamış oluyor, herkes biliyor işte neden suratsız olduğumu, oynamaya da gerek kalmıyor...oh be yani...
İş yerimde herşey aynı, herkes aynı..hamileler göbek büyütüyor, kendini profesyonel zanneden annecikler de onlara süpersonik tavsiyelerde bulunuyor...bazıları birbirinin ardından atıp tutarken, atıp tuttuğu kişiyle yüz yüze bakınca işler değişiyor, arkadan söylenenler unutuluyor...ben de seyrediyorum, evet oradayım, aklım da işimde elbet ama kalbim hep sevgilimde...sevdiceğin yokluğunda robotlaştığımı düşünüyorum, sevinmek yok, üzülmek yok, tepki yok...her akşam eve gelip aynı şeyleri yapıyorum, yemek-puzzle-mektup-uyku dörtlemesi...sabah da derse gidene kadar yapmam gereken işleri hallediyorum ve saatler böylece geçip gidiyor...
Gün sayma dedi sevgilim, ben de bıraktım bu yüzden, son 2 ay mı ne sayacakmışım galiba, şimdi sayılmazmış, öyle olsun bakalım:)
Yapılacak çok iş var ve mayısa kadar da bolca vaktim var halletmek için işleri...mayıstan sonrasına birşey kalmamalı ki her saniyemi sevgilimle geçirebileyim...O güne kadar şarkımızı dinleyip günde 2 kere de sesini duyup hayata karşı tahammül gücümü yükseltmeye çalışıyor olacağım...O geldiğinde ise "Siz o gün bayramı kutlamayı görün"....

http://www.youtube.com/watch?v=tHxfA5f_WT4

1 Ocak 2011 Cumartesi

yine gitti...

2011in ilk günü...sevgiliyle geçirilen, özlem giderilen, bol bol konuşulup bol bol da gülünen ve ağlanan yaklaşık 2 günün ardından, kendisinin Mayısa kadar ağırlanacağı birliğine teslim olmasıyla kolu kanadı kırılan ben yine kendimle başbaşayım...Daha dün dünyanın en mutlu insanıydım oysa ki, elim sevdiceğin elindeyken, uçağa gitme saati henüz yaklaşmamışken, yeni yıla beraber girecek olmanın huzuruyla beraber sanki hiç gitmeyecekmiş gibi çocuklar gibi şen, liseli aşıklar gibi heyecanlıydık...dün gecemiz de harika geçti, kimseden birşey saklamadan, oynamadan, elele, gözgöze girdik yeni yıla...ve sabah olunca rüyadan uyandım sanki...yine bavul, yine havaalanı, yine gözyaşı, yine hüzün...hem de bu defa çoook daha uzun bir süreliğine yanımda olmayacak...en kısa zamanda haftasonu izinlerinin başlamasını ve yine onun yanına gidebilmek için gün saymayı bekliyorum..şimdi ki tesellim de bu...kendimi bir şekilde avutmazsam hayat onsuz gerçekten anlamsız...bunu şu geçirdiğimiz 2 gün içinde de bir kere daha anlamış bulunuyorum...o benim canım, o benim herşeyim...inşallah gittiği yerde şartları çok daha iyi olur ve çok hırpalanmaz...
En güzel, en içten dileklerimizle başladık bu yıla...ben, sevdiklerim, hepimiz umutluyuz bu yıldan...2010da burnumuzun sürtülmesinden, dizlerimizin kanamasından ders almış görünüyoruz şimdilik...umarım yaşadığımız tatsızlıkların tekrarlanmadığı, gönlümüzden geçen şeylerin gerçeğe dönüşebildiği bir yıl olur bu yıl...17 Mayısta, sevdiceğe kavuşunca benim için herşeyin çok daha olumlu olacağına da canı gönülden inanmaktayım...o gün çabuk gelsin, sevdiceğim hep yanımda olsun...2011e girdiğimiz gece ne kadar mutluysak bu yıl da en kötü gecemiz, en kötü günümüz öyle olsun...