1 Eylül 2010 Çarşamba

Zehra Hanım....

Ben hiç dedelerimi göremedim.Hatta annem ve babam da çok küçük yaşta kaybetmişler babalarını(bizim ailenin yazgısı sanırım).Babaannemi de görmedim, o da ben doğmadan 2 sene önce vefat ermiş.Ara sıra anarlar ablamlarla annem, ne şanslılar ki anıları var onunla.Ama benim anneannem bir efsanedir.6 sene oldu onu kaybedeli.Hep gülümseyerek hatırlarım onu, hiç gitmemiş gibi, hala Ankara'da Cebeci'deki evinde her zaman oturduğu köşesinde oturuyormuş gibi..Ben anneannemi (böyle uzun uzun yazmak zor geliyor), ananemi (Zehra Hanım'ı), ilk okuldayken falan tanıdım. Aslında olay şöyle oldu. Ben doğduğum zaman (MÖ) yanımızda hep teyzem varmış.Ben çocukken süper salak olduğum için teyzemi hep ananem zannetmişim.Sonra birgün hatırlıyorum annem dedi ki ananenle dayın gelicek Ankara'dan.Otogara gittik karşılamaya.Leyn bi baktım bi adamla bi kadın ama hayatımda hiç görmemişim.Onlarla o andan önceki tüm hatıralarım çok enteresan bi şekilde silik, yok yani.Neyse tabii o andan sonra kaynaşmalar, yakınlaşmalar, ömür boyu unutulmayacak hatıralar inşa etmeler,vs. Ananemle dayım birlikte yaşardı. Dayım sırf ananemi yalnız bırakmamak, onun deyişiyle "elin kızı"nı eve gelin getirmemek için evlenmemişti bile(bakınız bu da bana bi yerden tanıdık geliyor, genlerde var sanırım).Dayım ananemin eli koluydu, herşeyiydi.Ben de çok severdim, bi taneydi dayıcığım.Ama onu da çok talihsiz bir şekilde 96da kaybettik (o hikayeyi de bir ara yazarım).Ondan sonra yine ananem yalnız kalmasın diye daha önce kızıyla yaşamakta olan teyzem, ananemin yanına taşındı.Ama hiç birşey eskisi gibi olmadı onlar için.Çünkü bi kere ailenin demirbaşı ve tek erkeği olan şahsiyet aralarından ayrılmıştı. O zamana kadar hayatında hiç bir sıkıntı çekmemiş olan ananem nedense gerçekten sebepsizce maddi kaygılar içine düşmüştü.Neyse, bi şekilde beraber yaşamaya alışmaya çalışarak birbirleriyle didişe didişe yaşadılar hep. Ananemle ilgili hatırlarım gülünçtür. Aslında diyorum ya Zehra Sultan anlatılmaz yaşanır bi kadındı. Mesela her sabah aynı saatte kalkar, mutfağa gider, bilumum gürültüler yaparak ev halkını uyandırır ve önüne kahvaltısını beklerdi.Kahvaltıdan sonra 12'ye kadar koltuğun hep aynı yerinde oturur saat tam 12'de öğle yemeğini beklerdi.Saat 6-7 gibi de akşam yemeği yenirdi.Beslenme düşünmediği saatlerde hiç birşey yapmadan bizi güldürmeyi de çıldırtmayı da becerebilirdi.Geçkin yaşına rağmen süsüne düşkün, burnundan kıl aldırmayan havalı bir tipti.Daha doğrusu hatunun ruhu saraylıydı.Öyle derdik biz ona:)Eğer bir yere gezmeye gidilecekse hepimizden önce hazırlanır, nedense kendi boyuna göre fazlaca yüksek olan yatağına oturur bekler, bir de bize çemkirirdi uyuşuğuz diye.Hele ki yapılacak seyahat şehirler arası ise o zaman sıçtığımızın resmiydi.Mesela otobüs saat 10daysa ananem sabah 5buçuk gibi kalkar, 6da hazır ve nazır kapıya en yakın koltuğa oturmuş olarak bekliyor olurdu.İnsanın iki ayağını bir pabuca sokmakta üstüne yoktu yani.Onun dışında dedim ya süsüne düşkündü kendi çapında diye, ellerine yüzüne yanından hiç eksik ekmediği yeşil beyaz arko kremi sürer, Aida diye zannımca yeryüzünde bir tek kendisinin kullandığı parfümünü sıkmayı da hiç ihmal etmezdi.Dayım öldükten sonra para derdine düşmüştü nedense.Hem kendisinin, hem teyzemin maaşları vardı oysa.Ama tabii hayatının hiçbir döneminde kira, fatura,vs. ödememiş bir insan olarak 80 yaşından sonra kafasında neler kurdu da tek derdi para oldu bilemiyorum. Parası bitecek diye ödü patlardı.Kendince tasarruf yapmaya kalkar, bizi sinir eder ama sonradan da kendi aramızda dedikosunu yaparken gülme krizlerine girmemize sebep olurdu. Babam öldüğünde annem ve ben bir ara onların evinde kalmıştık.Mesela ben gece ders çalışırdım, 12de yatmış olan ananem hiç üşenmeden yamacıma gelir, kızım gözün bozulacak bu saatte çalışma der lafı sokar giderdi.Lafı sokardı diyorum çünkü o "gözün bozulur"un altındaki asıl anlam şuydu:"kızım ışıklar yanıyo, elektrik gidiyo, bu saatte çalışma":)))Zaten kendisi bir kaç girişiminden sonra beni bezdirmiş ve evden kaçırmayı başarmıştı da.Haliyle hergün duş alırdık annem, teyzem ve ben.Ananemim tepkisi şu olurdu:"Kocanız mı var sizin de hergün yıkanıyosunuz???":DDDAlt metin tabii ki şu: "uleyn su da gidiyo elektriğin yanında, yıkanmayın":)))Biz de gizli gizli yıkanırdık sayesinde:)Her cumartesi günü sayısal loto oynardı o yaşında.En büyük damadına kolonun parasını verir, pazar günleri de birimize kontrol ettirirdi.Ama 3ten fazla tutturamadı hiç, oysa ki ne hayalleri vardı...Her konuda takıntılıydı benim ananem, sanırım bu konuda da bana örnek olmuş.Rejoice'tan başka şampuanla yıkanmazdı:))Recoys da diyemez cicoys derdi:))Onların evine başka şampuan girmezdi sırf bu yüzden.Kim 500 milyar ister yarışmasının en büyük fanıydı sanırım yeryüzündeki.Gözleri yanlış katarakt ameliyatı ve yaşlılıktan dolayı iyi görmediği için, sandalyeyi televizyonun önüne sıfırlar (72 ekran:),sorulara yalan yanlış cevap verirdi(yalan yanlış diyorum çünkü kulakları da duymazdı).Eğer o yarışma varsa hayatta başka birşey izletmezdi kimseye...Galatasarayın UEFA kupası maçını izlemiştik ailecek.(Kendisi de Galatasaraylıydı bu arada).GS kupayı aldı diye mahallede kıyametler koptu haliyle.Önce ananem de sevindi falan.Sonra baktı biz sokak eğlencelerini balkondan seyretmekten içeri girmiyoruz, aynen şöyle demişti:"Eeeeee yeter bu curcuna kaç lira ediyomuş ki bu kupa!!!".Allahım tarihe geçicek bi laf ettiğinin farkında mıydı acaba? Hala hatırladıkça gülerim:)Gözleri iyi görmezdi demiştim ama bazen yerde desenli halının üstündeki minicik ipliği bile görür, bazen de eve gelen yabancı birini gözlerinin seçmediğini söyleyerek burnunun dibine kadar çağırır, yüzünü gözünü ellerdi.Hatta kadınlara erkek, erkeklere kadın muamelesi yaptığı da çok olmuştur.Mesela eve gelen,kendisinin tanımadığı bir erkeğe "Hoş geldin Hanım Kızım" diyerek bizleri gülme krizlerine sokmuşluğu vardır.Kulağı gerçekten çok iyi duymadığı için işitme cihazı kullanır, onu da sürekli kurcalar, aletin ayarlarını bozar tuhaf sesler çıkarmasına sebep olur, sonra o fiks cümleyi ederdi: "Çıkarma beni diyor". Çok iyi Fransızca bildiğini iddia ederdi bu arada.İlkokulda bunların öğretmeni bikaç manasız gereksiz cümle ezberletmiş bunlara, ananem de o cümlelerle hava atardı bize; "amcazademin bahçesinden gül çalarken yakalandım" diye bi cümle miydi neydi Türkçesi:))Yani şu halimle ben "amcazade" kelimesinin İngilizcesini bilmemekteyim:) Bunların dışında hatırladığım, ananemin sürekli ayaklarıyla tempo tutması var."Anane niye sürekli ayaklarını oynatıyosun" diye sorduğumda içimden şarkı söyleyip tempo tutuyorum derdi, canım yaa:) Ablamın zatürre olduğundan bahsetmiştim ya, ablamla hemen hemen aynı zamanda ananem de zatürre olmuştu.Hastaneye yatırdık, 1 gün sonra doktorlar çıkardı, götürün de evinde ölsün bari diye.Ananem ertesi gün turp gibi ayağa kalktı:)Taş gibi kadındı taş.O da öyle derdi zaten.Ona teyzem banyo yaptırırdı ve her banyoda teyzeme şöyle dermiş "Kızıııım 4 tane çocuk doğurdum ama hala taş gibiyim":)))Sorardık "anane senin boyun kaç" diye, "1.54" derdi, gençken öyleymiş."Zayıflıktan derim kemiğime yapıştı" derdi bir de halbuki 1.30 falan olan boyuna 55-60 kilo çoktu bence...
Sonradan sonraya bir tatsızlaştı ananeciğim...Göğsünde bir yara açıldı kocaman.Kanser ama ameliyat olursa masada kalır dediler.Biz hiç söylemedik ona bu durumu, geçecek dedik, mikrop kapmıştır falan dedik, hergün pansuman yapıldı,vs. Tadının kaçmasının sebebi de göğsünün bozulan görüntüsü ve pansuman yapılırken çektiği ızdırap oldu.Onun dışında performansından hiç birşey kaybetmedi.Sonra birgün bir sabah uyanmadı ananem. Kaybettiğimizde 93 yaşındaydı.Şanslı ki hep güzel gün gördü ve vefatı da güzel oldu.Ölümün güzeli olmaz ama acı çekmeden, uykusunda gitti işte..Cenazesine gidememiş olmam içimde kalan ayrı bir mevzudur.Çok ağlamıştım, ama en çok da annem annesiz kaldı diye ağlamıştım hatırlıyorum.Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın Zehra Sultan.Allah kimseyi annesiz bırakmasın...
İyi geceler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder