28 Nisan 2011 Perşembe

bahar geliyor sanki bana, negzel:)

Helloooooo:) Sabahın köründe kalkmış ve yorgunluktan canı çıkmış bünyem ve uykusuzluktan açılamayan göz kapaklarım, içimdeki sebepsiz enerjiyle mücadele ediyor şu an:) Bir yanım şu saniye gidip yumoş yatağıma gömülmek isterken, bir yanım da nedense otur birşeyler yaz bloğuna dedi bu gece bana. Ben de ne yazacağımı bilmeden geldim oturdum. Aslında enerjim, sabah kontrol için gittiğim doktorun verdiği iyi haberle başladı. Bana 3 hafta kadar önce astım teşhisi konmuştu ve bugün doktorum bana bunun mevsimsel olduğunu, bugünkü solunum değerlerimin oldukça iyi olduğunu söyledi ve içime su serpti. Nitekim hayattaki en değerli, en güzel şey sağlıklı olmak. Ve ben artık beni aylardır doktordan doktora sürükleyen salak saçma hastalıkların bugün sonlandığını düşünüyor ve mutlu oluyorum bunu düşündükçe. Ve dahası sevdiceğimin gelecek hafta gelebilme ihtimali -ki çok da ümit bağlamamaya çalışsam da- bir yandan heyecan veriyor bana. Haftaya eğer rapor alabilirse, belki de perşembe cuma gibi gelebilir. Gelemese de 20 gün sonra burada olacak artık. Ve bu yaklaşık 5 ay gerçekten büyük bir psikolojik yorgunlukla geçti. Ve tek teselli eden şeyse özlediğim kişinin de beni özlediğini biliyor olmak oldu.

Yaz yaklaşıyor. Havalar ısınıyor artık. Artık o sevdiğim tişört ve ince hırka ikilisiyle çıkıyorum dışarı. Ben bu mevsimi seviyorum. Bu mevsim de beni seviyor. Her ne kadar doğum günüm itibariyle sonbahar çocuğu olsam da benim gönlümün mevsimi ilkbahar:) Gözünü sevdiğim memleketimin de zaten en çekilir zamanları da bunlar. Kışın, sanki üstüme ağır, koskoca bir battaniye örtülmüş de altında nefes almak için debeleniyormuşum gibi hissediyorum. Hele ki bu kış, sevgili yolu beklemekle geçince ve onun yokluğunda kafayı kendimle bozunca iyice bir bitmek bilmez oldu benim için. Şimdi ise aklımda planlar var, hayallerim var:) Dışarı çıkınca ciğerlerime dolan portakal çiçeği kokusu (ki aslında onlar turunç ağaçlarının kokusu) hayal gücümü genişletiyor sanırım:)

Her ne olursa olsun şanslı bir insan olduğumu düşünüyorum be beybiler...Ve şanslı bir insan olduğumun farkında olduğum zamanlarda çok daha pozitif bir insan oluyorum, negzel:)
Hayat güzel, sevdicek, aile, arkadaşlar, çiçekler, böcekler, renkler, iş güç, gemiler, kuşlar ve nefes alabilmek  falan...

ŞU da şarkısı olsun bu yazımın. Sözler pek uygun değil ama baharlı falan işte:))

24 Nisan 2011 Pazar

saç takıntısı:)


Kendini Rapunzel zanneden bir insan modeli olduğumdan arada sırada bahsediyorum. Amma ve lakin insanın sakındığı göze çöp batarmış. Tabii hata yine bende bu konuda da. Neden mi? Saçlarımı ilk kez 16 yaşındayken boyatmıştım. İğrenç ötesi olmuştu. Turuncumsu kızılımsı berbat bir renkti. Okuldaki hocalar annemi çağırmış, kızınızın bu yaşta saçını boyatıp okula gelmesine nasıl izin veriyorsunuz diye ağzına sıçmışlardı. Biz de kına o kına diye kandırmaya çalışmıştık ama yemediler tabii. Taaa o zamanlardan beri boyatırım işte saçlarımı. Girmediği renk ve şekil kalmamıştır maalesef ki. Maalesef diyorum çünkü şimdiki aklım olsa hayatta boyatmazdım. Negzel kumral kumral saçlarım vardı... Kızıl, mavi siyah, (kazara) pembe, bakır, sarı, kahve, turuncu, aklınıza gelebilecek ne renk varsa gördü bu kafa. Tabii bu arada 2 kere saçlarım yandı. Birinde kafamda 10 cm çapında bir kabuk oluştu yanıktan. Birinde 3 numaraya vurdurmak zorunda kaldım ve 1 yıl kadar erkek berberine gittim ense aldırmaya:)) Ah kafam ah:) Eee tabii bir de üstüne 5 yıl aralıksız balyaj yaptırınca saçımda avuç avuç dökülmeler başladı. Bu sefer de bakımlara başladım kuaförde ama yok bana mısın demedi. Dermatoloğa gittim hap verdi, kullandım, yine durmadı dökülmesi. Ben de dedim ki zaten sıkılmışken bırakayım artık balyajı, gittim siyaha boyattım yavaş yavaş koyulaştıra koyulaştıra. Boyatalı 1 buçuk ay oldu ve şu an saçlarım koyu kahve. Ama tabii saçları 25 yaşında bembeyaz olmuş bir babanın kızı olduğum için saçımda yer yer boy gösteren beyazlar gözümden kaçmıyor. Yine de kapatıyorum bir şekilde onları ve birazcık dinlendiriyorum. Şu dökülme olayına gelince. Pek çok Kerastase ve Loreal ürünü kullandım bir sürü para bayılıp. Ayrıca envayi çeşit kozmetik olmayan sadece eczanelerde satılan şampuanlardan kullandım. Hepsi fasafiso diyim ben size. Oysa ki çözüm gayet basitmiş. Hiç o kadar para vermeye de gerek yokmuş. Önce küçük 1 şişe tatlı badem yağı alınıyor. Bir de saf zeytinyağı. Ve de eczanede satılan E vitamini ampullerinden (en fazla 10 lira). Sonra 3 tane ampul, yarım şişe badem yağı (hatta daha az) ve 3-4 çorba kaşığı zeytinyağı karıştırılıyor bir kasede. Eğer sonrasında elinizi 1000 kere yıkamaya üşenmeyecekseniz, kaseye parmakları daldırıp sürüyorsunuz saç diplerinize. Saç dipleri bitince de zaten eller vıcık vıcık olduğu için saçın geri kalan yerlerine de sürersiniz ki parıl parıl parlasın. Sonra da bir tokayla tepe de toplayın ki üstünüze bulaşmasın. Böylece 40 dakika falan bekledikten sonra artık o yağlar saçtan akana kadar yıkıyorsunuz ve alın size cillop gibi pasparlak ve daha az dökülen saçlar. Belki dökülmeyi tamamen kesmiyor ama 2-3 ay sonra bir bakıyorsunuz bissürü yeni saçınız doğmuş minik minik. Ayda 2 kere yapmak da yetiyor ayrıca. Tabii benim gibi üşengeç değilseniz. Yani ne varsa yine kocakarı ilaçlarında var canlar. Kuaföre verdiğim paraları bir kenara koysam zengin olmuştum şimdiye kadar. Sonuç olarak saçlarımı seviyorum. Uzasın, daha çok uzasın. Daha çok Rapunzel olayım:)) Allah başımızı saçımızdan eksik etmesin. Amin.
İşte böyle beybiler. Ben bugün saçımla başımla uğraştım hep ve Pazar günlerini de seviyorum pek çok insanın aksine. Pazartesi günlerini de seviyorum hatta. Ne şanslıyım ki yarım saat önce beni arayarak hafta sonu beni çok özlediklerini söyleyen ve bana "yarına sizi bomba gibi bekliyoruz" diyen koca koca öğrencilerim var:) Ve biliyorum, hissediyorum ki bu hafta sonu sevdiceksiz geçirdiğim sondan 1 önceki hafta sonuydu. Yoğun bir hafta beni bekliyor yine ama enerjim var sanıyorum.
Hepimiz için paşa gönlümüzün istediği gibi bir hafta olur inşallah. İyi geceler.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Milletler arası negzel kişisi...

Son zamanlarda yaşadığım en yorucu günlerden biriydi bugün. Allahım ayaklarım o aptal babetlerin içinde davul gibi olmuş ayakta durmaktan. 1 saat önce zor attım kendimi eve çok şükür. Home sweet home:))
Neden mi bu yorgunluk? İş yerimde bir organizasyon vardı bugün. Değişik ülkelerden gelen öğrenciler ülkelerini tanıttılar, standlar açıldı, şarkılar söylediler, tiyatro oynadılar ve ben bir de üstüne derse girdim akşam akşam. Bu arada şehrin üst düzey yöneticilerinden birkaçı geldi olayı izlemeye ve ben saat 1'den 8'e kadar aralıksız ayaktaydım. Yaklaşık 20 ülkenin tanıtım standı açıldı ve aklımda kalanlar şöyle:
* Yemenlilerin yaktığı tütsü iğrenç kokuyor. (hala burnumda maalesef::S)
* Iraklıların artık hangi yemeyiyse o iğrenç ötesi kokuyor:SSS kendimi kesip o tabağa koysam ve 5 gün bekletsem o kadar pis kokamaz:SSS
* Faslılar ve Lübnanlılar medeni cesaretleri gerçekten çok yüksek olan, eğlenmeyi seven insanlar:)
* Almanların masasında yumurta boyama aktivitesinin yanında neden dilimlenmiş domates ve salatalık vardı anlayamadım:))
* Biz Türler gerçekten çok tantanacı milletiz. Hemen cıngar çıkarıyoruz her boka. Hiç sabrımız yok!
* Ruanda (oranın nere olduğunu da bugün öğrendim:)) milletinden gelen erkek kişilerinin giydiği entariler çok komik:)
* Kenyalılar çok iri, devasa insanlar:) Yanlarında minicik kaldık hepimiz...
* Arapların hepsi hacı miski kokuyor sanırım.
* Türk yemekleri her zaman her yerde 10 numara.
* Üst düzey yönetici olmuş olsa bile (hangi partiden olursa olsun) götü kalkmamış insanları seviyorum.

Bu organizasyon bittikten sonra 2 saat dersim vardı ama sadece 1 saatini yapabildim. Ve sonra da akşam kutlama partisi olduğu için gündüzki milletler arası tayfayla bir bara gidildi. Vur patlasın çal oynasın yapıldı ama ben bulabildiğim bir yere oturup eski öğrencilerimle muhabbet edip yeni yaptığım kanka kişisiyle kakarakikiri yaptım. Yine eğlenmek gelmedi içimden sevdiceğin yokluğunda:S Ve aradan sıvışıp eve kaçtım. Bu arada en önemli şey ise sevdiceğin 17 Mayıs yerine 4-5 Mayıs'ta gelebilme ihtimali. Yatıp kalkıp dua ediyorum ve belli olunca ki ayın 3'ünde belli olacak hemen yazacağım zaten buraya da. Ve belki benim baharım, benim yazım gelmek için Mayıs ortasını beklemeyecek. Dua edin siz de nolur...

United Colors of Benetton havasında geçen upuzuuuuun bir günün ardından negzel kendini inzivaya çeker ve negzel ki hafta sonu da gelmiş:))

Süper bir hafta sonu olsun.. İyi geceler:)

21 Nisan 2011 Perşembe

2si bir arada mim:)

Sevgili Bir İnce Ses ve LAZANYA beni mimlemiş. Çok da beğendim mim konularını.

***Önce Bir İnce Ses'in mimiyle başlıyım. Şöyle ki:

En sevdiğin 3 görsel: Yanımda sevdiğim bir insan olduğu sürece baktığım her yer güzel gelir gözüme:)

En sevdiğin 3 ses: Dalga sesi, bass gitar sesi, yan flüt sesi

En sevdiğin 3 tat: Etli ve bol yoğurtlu yaprak sarması, mantı ve köri

En sevdiğin 3 koku: Yağmurdan sonraki toprak kokusu, sevdiceğin kokusu, ilkbaharın havadaki kokusu (portakal ağaçları falan, negzel:)

En sevdiğin 3 his: Başımı omzuna koyabileceğim insanların hayatımdaki varlığının farkında olmam (aile, sevgili, bir iki arkadaş), çok istediğim bir şey benim olduğu andaki mutluluk hissi ve içimin huzurlu olması.

Bu mimi çok severek cevapladım. Bu yüzden BİS' e tekrar teşekkür ediyorum. Ve cevaplamadılarsa eğer bu mimi CEMOLAZANYARUHUM SARIŞINSAZANPINARPINKZORRO' ya gönderiyorum. 



***İkinci mim sevgili LAZANYA tarafından gelmiş. Ve neden mim gönderdiğini de çok mantıklı bir şekilde açıklamış. Ona yorum yazanlar arasından seçmiş mimlediği bloggerları ki bence güzel bir karar olmuş. Sonuçta insan kendi takip ettiği kişilerin kendisini takip ettiğini bilince daha bir zevkle yazıyor. Yani kim ister ki sürekli birine yorum yazmayı, onun bloğuyla ilgilenmeyi ama hiç ilgi görmemeyi. O yüzden Lazanya'nın bu hareketini çok isabetli bulduğumu söylüyor ve hemen cevabıma geçiyorum. Bu mimimiz şöyle:

Size armağan edilen, çok sevip aldığınız,değer yüklediğiniz ya da birini hatırlatan peluş, maskot, oyuncak var mı? Varsa hikayesini anlatıp mim olarak yazabilir misiniz? Herhangi bir eşya da olabilir.

Eveeet benim cevabıma gelince. Öncelikle benim çocukluğumdan beri sakladığım biri Barbie, biri de Cindy olmak üzere 2 tane oyuncak bebeciğimin dışında pek oyuncağım yoktur. Amaaa ben sevdiğim insanların bana aldığı herşeye çok değer ve önem veririm. Asla kaybetmem, çok özen gösteririm. Son zamanları düşününce, aklıma sevgilimin doğum günümde ve yılbaşında bana armağan ettiği ve benim de büyük bir hızla yapıp çerçevelettiğim 2 tane puzzle geldi. İkisi de benim için birbirinden değerli. Birisi eve girince tam karşı duvarda duruyor ve eve girer girmez mutlu oluyorum onu görünce. İkincisi ise, yatağımın hemen sağındaki duvarda duruyor ve ben sabah uyanır uyanmaz onu görüyorum ve günün ilk günaydınını sevdiceğe gönderiyorum. Onun dışında, söylediğim gibi bana değer verilip alınmış minicik bir tokanın bile benim için anlamı büyüktür ve evimin her yerinde de bana birini hatırlatan birşeyler vardır. Bir de benim kendime hediye ettiğim çok şirin bir yüzüğüm vardır her ne kadar 40 yılda 1 takıyor olsam da ve neden aldığımı hatırlamıyor olsam da...

 LAZANYA'ya bu cici mim için teşekkür ediyorum ve bu mimi de UKELADÜMBELEĞİELMYRA, ve Bir İnce Ses'e gönderiyorum. Vakti ve keyfi olan herkes cevaplasın:))

İyi geceler:)

edit: Lazanya'dan istek geldi. Puzzlelarım da şunlar:

:))


19 Nisan 2011 Salı

Neden şekil yapıyor?

Hayat neden şekil yapıyor?
Rüzgârında sesin bulutuyla yüzün
yıldızın yalnızlığına vekil yapıyor beni
Hayat neden şekil yapıyor?

Diyorlar ki çözer hekim
Ben yaremi bilirim yarem seni bilir
Böyle derde hekim de kim?
Böyle derde neyler hekim

Sarılasın diye bekliyorum açtım kollarımı
Anlamak için soruyorum bana mutluluk yasak mı?

Anladım acım ilacım olmuş eyvah, kötü talihim eyvah!
Arada bir şevkatine muhtacım
Şimdi belki mutlusundur diye ödüm kopuyor eyvah
Bana acı acı hatıran lâzım

Hayat neden şekil yapıyor?
Hadi ordan çekil yapıyor
Çoğu zaman vekil yapıyor
Hayat neden şekil yapıyor
                                                                                                                   F.D.

Bu gece böyleyim. ŞU da linki...
İyi geceler..

17 Nisan 2011 Pazar

öğrencilerimin halleri...


Bu akşam öğrencilerimle yemeğe çıktım. Şimdi ben öğretmenim evet ama Milli Eğitim'de çalışmıyorum. Benim her yaş grubundan öğrencim oluyor. Bu akşam yemeğe çıktıklarımın en büyüğü 25, en küçüğü de 21 yaşındaydı. Çok tatlılar, çok güzel muhabbet ettik, ve yaklaşık 2 aydır tanıdığım ya da tanıdığımı sandığım neşeli görünümlü 2-3 öğrencimin aslında ne kadar da zor hayatlar yaşadıklarını ve ne de güzel mücadele edebildiklerini öğrenince takdir ettim.
İlk anlatacağım öğrencim, üniversitede arkeoloji okuyan bir kız. Çok cici, çok tatlı, biraz şişman, kendisiyle barışık. Derste konu ailelere gelince hep derdi babamdan nefret ediyorum diye. Çok sormazdım ben de belli ki bir yarası var. Bugün konuştuk. Buradan çok daha küçük bir ilde yaşıyorlar aslında ailecek. Tabii "ailecek" demek ne kadar doğruysa. Babası hayatı boyunca hiç çalışmamış bir alkolik. Annesi ne iş bulursa yapan saçını süpürge etmiş bir kadıncağız. 3 tane daha kardeşi var ama galiba anneler aynı değil. Baba içkinin yanısıra bir de çapkın, hatta kadınları karısının evine, yanına getirecek kadar karaktersiz. Eve 5 kuruş katkısı yok. Ve bu kızcağız üniversiteyi kazandığında annesi tek bir cümle söylemiş kendisine "Neden orada olduğunu sakın unutma!" Ve o da unutmuyor gerçekten. Başarılı bir öğrenci, annesinin 40 yılda 1 gönderdiği 5 kuruş parayla yaşamaya çalışıyor. Hayalleri var, Erasmusla Almanya'ya gidecek inşallah. Sonra dönecek yüksek yapacak, kariyer yapacak, ve anneciğine bakacak. Çok zor günler geçirmiş, hala da geçiriyor belli ama gözleri ışıl ışıl, ümitliyim ben diyor, herşey çok güzel olacak diyor. Aferin ona:)
Bir diğer öğrencim derste gayretsiz hareketlerinden ve tembelliğinden dolayı sürekli dilime doladığım, Güney doğu illerimizden birinden gelen ve yine burada üniversitede İktisat okuyan 22 yaşında bir çocuk. Hayattan bezmiş, bıkkın, bitkin bir hali var hep. Hayat ne kadar anlamsız, ne kadar boş der durur hep 2 aydır. Tenefüste beraber sigara içmeye iniyoruz bazen sınıftan birkaç kişi, o gelince içimiz daralıyor. Bugün onun da deştik yaralarını, neden bu kadar umutsuz ve negatif olduğunu sorduk. Bu çocuk bir aşiret reisinin en küçük oğlu. 4 tane köy ve 8 tane mezraları varmış. Ortaokul yıllarında hep belinde silahla gezermiş çünkü kan davalıları varmış. Sonra dava büyüyünce ailesi bunu başka bir ile göndermiş liseyi okusun diye. Bu da dershaneye bile gitmeden kazanmış üniversiteyi. Sonra bunlar kan parası mı ne ödemişler dava da bitmiş. Babası eskiden tefecilik yapıyormuş. Öğretmenleri, babasının mesleğini sorunca utanırmış hep. Şimdi o işleri bırakmış adam, artık apartman dikiyormuş her yere. Çocuk ne zaman "baba canım sıkkın" dese adam hemen buna yüklü miktarda para gönderiyor ama derdin ne diye sormuyormuş hiç . Zaten mezun olunca da babasının şirketinde çalışmak zorunda olduğu için hayatında hiçbir amacı yokmuş ve sürekli bunalımdaymış bu yüzden. Herşey manasız diyor hayatımda, bir hayalim bile yok diyor yazık. Birazcık konuştuk, teselli ettik, yapma etme daha çok gençsin dedik. Herkes kendi hayatından örnekler verdi. Ve gecenin sonunda "İyi ki sizin gibi insanlarla tanışmış" dedi, mutlu oldu. Nedense kendini çok daha iyi hissettiğini, aslında kabul etmese de geleceğiyle ilgili planları olduğunu söyledi. Biz de sevindik onun adına.
Başka bir tanesi tam bir fırlama görünen, kendini pek havalı sanan 24 yaşında çeşitli sınavlara hazırlanan bir çocuk. Allahım nasıl artist bu çocuk. Yok saunalara, hamamlara gitmeler, gömlek giyip düğmeleri neredeyse göbeğine kadar açmalar, bir değişik yürüyüş, ses tonunu değiştirme çabaları, vs. Anladık ki o da genlerini babasından almış. Bunun da babası sürekli çapkınlık yapan, ayda 15 gün evi terk eden, sürekli iş batıran bir adammış. Şimdi bu çocukcağız da ben kazanovayım havalarında geziyor yazık. Ona da dedik azıcık in aşağılara diye. Sonra seni iterler arkandan...
Yani canlar bu akşam bir kere daha gördüm ki kimse göründüğü gibi değil. Kimsenin içinde kopan fırtınaları anlamak kolay değil. Ama paylaşınca, birazcık moral, birazcık destek verince gözlerindeki umut ışığını görmek sevindiriyor insanı. Aslında içten içe kendine de pay çıkarıyor insan "Oh be tek derdi olan ben değilmişim" diye. Bu biraz bencillik tabii ama hepimiz zaman zaman yandaş aramıyor muyuz kendimize??
Onlarla daha kaç ayım geçecek bilemiyorum ama umarım kendilerinden ümitlerini hiç kesmez ve hayata hep asılırlar böyle. Bir gün onları derbeder bir şekilde görmeyi hiç istemem...
İyi geceler...

16 Nisan 2011 Cumartesi

Ruhsal mimmm:)

Sevgili Mia ve Nameless mimlemiş beni. Ben de mimsever bir blogger olarak, birazcık geç de olsa cevaplıyorum :)
Mim konusu şu: Şu an kendi ruh halinizi, bir ezginin melodisiyle ya da bir şiirin satırlarıyla ya da bir veciz sözle ya da bir resimle aktarınız. Seçim sizin, hangisini istiyorsanız:)


Şimdiiii, gelelim benim cevabıma:) Ben zaten en kötü anımda bile içimden hep şarkılar söyleyen, aklımda hep şarkı sözleri olan bir tipimdir:) Şu sıralar gayet mutlu mesut moddayım. Takip edenler bilir, tek derdim sevdiceğin hala dönememiş olması. Onunla dinlediğimiz, sevdiğimiz şarkılar hep aklımda: Nilüfer-Ta Uzak Yollardan, F.D.-Alev Alev, Vega-Elimde Değil, Regina Spektor-Hero, ve daha pek çoğu...Ama benim şu an buraya yazmak için tek bir şarkı var aklımda. O da Pink Floy'dan olsun, Comfortably Numb ve şu da sözlerinden bir bölüm:

Hello?
Is there anybody in there?
Just nod if you can hear me.
Is there anyone at home?
Come on, now,
I hear you're feeling down.
Well I can ease your pain
And get you on your feet again.
Relax.
I need some information first.
Just the basic facts
Can you show me where it hurts?

There is no pain you are receding
A distant ship, smoke on the horizon.
You are only coming through in waves.
Your lips move but I can't hear what you're saying.
When I was a child I had a fever
My hands felt just like two balloons.
Now I've got that feeling once again
I can't explain you would not understand
This is not how I am.
I have become comfortably numb...

Bu da resmi olsun bu mimin:


Veee ben de bu mimi CemoBİSEzgipinkzorroRosamondukeladümbeleğielmyra, Lazanyahayal@ ve Doz Büyücüsü'ne gönderiyorum. 

Miacan ve Nameless'a çook teşekkür ediyorum:)
Haftasonumuz süper geçsin:)
Byee:)))

14 Nisan 2011 Perşembe

tutmayın beni.

Niyeyse aylar yıllardır yazmıyormuşum gibi geldi bu akşam. Meğer çok olmamış ama bende birikmişler var:)

Öncelikle, çok şükür farenjit, vs. hepsini atlattım. Bomba gibiyim. Arada pasif jimnastiğe bile gittim ama benden size tavsiye siz siz olun sakın böyle abuk bir işe girişmeyin. Neden mi? Bir kere yaklaşık 10-12 tane ped bağlıyorlar orana burana, götüne göbeğine, baldıra falan. Bir de şu ultrason çekilirken sürülen vıcık vıcık jelden sürüyorlar. Sonra ver Allah elektriği cayır cayır. 40 dakikalık seans esnasında çok da acı çekilmiyor aslında, oh negzel yağlarım yanıyor, gidiyor diyerek. Ama seans sonrası ertesi gün ya da akşamına acaip ağrılar saplanıyor oranıza buranıza, bağırsak sisteminiz tuhaflaşıyor, çiş yaparken bile iğrenç bir ağrı hissediyorsunuz. Bir de ben unutmuşum pazartesi pasife gittiğimi, Salı günü evde otururken durduk yere karnıma, yanlarıma ağrılar, iğneler saplanınca, sıçtık dedim herhalde apandistim patladı ya da taş falan düşürüyorum. Soğukkanlılığımı korumaya ve inatla doktora gitmemeye çalışarak işe gittim ve geçen hafta pasif benzeri bir alete bağlanan bir arkadaşımın da aynı şeyleri yaşadığını duyunca içime soğuk sular serpildi ölmüyorum diye:) Artık o elektrik iç organlara mı zarar veriyor, napıyorsa adamın ağzına sıçıyor. Hala bile kasıklarımda ağrı var aradan 3 gün geçmesine rağmen. Lanet olsun içimdeki 2 kilo verme azmine dedim ve gitmemeye karar verdim. Zaten düşmüşüm 51-52 kiloya, 2 kiloyu da selülit kremiyle veririm olur biter, hahayyy:)

Onun dışında bugün EMDR vardı yine. Geçen hafta yatak döşek yatıyor olduğum için gidememiştim. Sibel Hanım verdi gazı yine bana. Süper moralle ve tüm hastalıklarımı onun ofisinde bırakarak, arkama bile bakmadan çıktım geldim hafif hafif. Seviyorum bu seansları ve 1 ay sonra biteceği için de büyük bir savaşı kazanacak olan insan psikolojisine sokuyorum kendimi sanırım:)

Bir de ekşi sözlük maceram var bu arada. Taa Temmuz'da mı ne 10 entrymi girip sıramı beklemeye başlamıştım yazar olmak için. En son geçen hafta 46bin küsürüncü sıradayken bir baktım Cumartesi mail gelmiş, alındınız diye. Ben de bir sevinç, bir heyecan tabii. Döktürdüm Allah döktürdüm. Bu arada kuralları çok detaylı okumamıştım. Dün gece bir tane ankete entry girdim dövme yaptırılası sözler gibi birşeydi sanırım. Hatta başına da daha önce söylenmiş mi bilmiyorum ama diyerek "together we stand divided we fall" yazdım. 2 dakika sonra birkaç yazardan mesajlar geldi kutuma, bu daha önce yazılmış, bak şuradan aratabilirsin, dikkat et seni çaylak yapmasınlar falan diye, gayet iyi niyetli.  Ben de sildim entryi direkt. Aradan 10 dakika falan geçti, hooop bir baktım  allahınsalaa (ben oluyorum) çaylak olmuş, bilmemkaç numaralı entrynin "daha önce yazılmış zaten bu" şeklinde ispiyonlanması sebebiyle. Vaaay dedim, demek burada böyle yürüyormuş işler:) Çaylak olunca başa döndüm tabii, yeniden 10 entry girdim, şu an beklemedeyim, bakalım beni ne zaman affedecekler diye:P Abi valla bi daha yapmıcam diye mesaj atasım geldi de hatta yok dedim edebinle bekle işte:) Şu an 343. sırada beklemedeyim, artık beğenmezlerse de kendimi kesecek değilim:)

Bir de şu Rus meselesi var. Aslında mesele bile değil de yazmadan geçemeyeceğim a dostlar. Benim Ruslardan hiç haz etmediğimi bilen bilir. Gıcık oluyorum onları ortalıkta gördükçe. Anasını satıyım 5. sınıf vatandaş olarak yaşadıkları siktiriboktan ülkelerinden çıkıp gelip burada prenses oluyorlar 2 makyaj yapıp 10 santim topuklu, 5 parmak etek giyince. Varsan baksan sorsan hepsi doktor, hepsi astronot. Ama burada bir Türk adamla evlendikten sonra da nedense evde oturup çocuk fırtlatıyor bu profesör ablalar. Hem bizim oturmamız gereken evlerde yaşıyorlar, bizim kazanmamız gereken paraları kazanıyorlar, sevgililerimizin koynuna giriyorlar, bizim suyumuzdan, bizim elektriğimizden, bizim okullarımızdan faydalanıyorlar hem de Türklere bok atıyorlar anasını satıyım. Bizim iş yerinde Rus bir hatun var, idareci yalakasının teki. O iğrenç Türkçesiyle bir de bağıra bağıra konuşuyor o R harflerini bastıra bastıra. Bugün toplantıda tamamen bir yanlış anlama sonucu dedim ki, biz Rusça bilmeden elin anadili Rusça olan ve Türkçe bilmeyen küçük çocuğuna nasıl İngilizce öğretelim, yani teknik olarak mümkün değil. Yetişkin olsa neyse. Anam kadın artık o Türkçesiyle ne anladıysa kudurdu. Neymiş onların kocaları Türkmüş, çocukları Türkmüş, ana dilleri Türkçeymiş, ben ne diyormuşum. Niye ayrım yapıyormuşum? Teallaaam, yaa sabır! Ulen gerizekalı senin sülalenden bana ne aq!. Ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Tamam yanlış anladım dedim kapattım konuyu. Eve bir geldim, hatun bana facebooktan mesaj döşemiş. Evet yazmamış, döşemiş. Ben de kısaca yanlış anladım pardon da siz de yanlış anladınız, yeter ki gönüller bir olsun tadında bir mesaj gönderdim, döşemeden,  gayet saygılı ve resmi. Şuna bak ya, ne sanıyorsa kendini salak. Nitekim canlar, sinir oldum işte. Hemen konu Rus olunca kıskançlığa gelecek biliyorum ama en azından bu defa değil. Ben normalde bana bulaşmayan insanlara sinir olmam hangi milletten olursa olsun. (Sevgilimin eski kırıkları hariç) Ama bu defa hakkaten olayın benimle uzaktan yakından alakası yok. Ama sevmememe sevmememe kattı işte hatun...

Böyleyken böyle işte...Sevdiceğin yarın denetlenme günü ve ondan sonra artık askerliği bitmiş sayıyorlarmış. 33 günü kaldı bu arada ama belki son hafta rapor alma ihtimali var. O gelince artık kısmetse ver elini Kıbrıs, ver elini Kaş, Kapadokya. Hiçbir yere gitmesek de ben onun dizinin dibinde olsam o da yeter. Aman sabahlar olmasın, aman içimizin yazları kış olmasın.

İşte bu kadar:) Byeeee:)

9 Nisan 2011 Cumartesi

farenjit gitsin, sevgilim gelsin:)


Günde 1 buçuk paket sigara zıkkımlanan ben tam 8 gündür, günde 8'den fazla içmedim. Hatta günü 5le kapattığım bile oldu. Kendimi tebrik ediyorum. Farenjitten midir nedir bilmiyorum ama tadı nedense bir değişik geliyor, değişikten kastım iğrenç aslında. Sayıyı 3'e düşürmeyi hedefliyorum şimdi, olmadı 5, ama fazlası değil.
2 gündür raporluyum, evde yatıyorum, dinleniyorum, uykuyla uyanıklık arasındayım. Bu akşam kendimi daha iyi hissediyorum ama enerjim tam olarak yerine gelmiş değil. İnşallah Pazartesi gününe kadar bomba gibi olucam:) İnsan hasta olunca daha mı ağlak oluyor yoksa ben mi hassaslaşıyorum da her an ağlayacak moda geçiyorum acaba? Bir duygusallık, bir yalnızlık hissi gelip oturuyor böğrüme ki ben kendimi çoğunlukla yalnız hissedebilen bir insan değilimdir. Velhasıl sevdicekle konuştukça, annem saat başı "daha iyi misin" diye sordukça, arkadaşlarım "nasılsın" diye aradıkça göz pınarlarım doldu durdu ama ağlamadım. (Canım aşkımı çok çok özledim bu arada:S )
Bunun dışında fark ettiğim birşey oldu ki o da şu. İnsan panik atak hastası olunca, gerçekten hasta olduğu zamanlarda bile yani elinde kapı gibi 3 günlük iş görmez raporu olduğu halde bile yalancı çoban muamelesi görebiliyormuş. Ama canlar unutmayın panik atak hastaları da insan olduğundan dolayı malesef fiziksel olarak da hastalanabiliyorlar, hastalanabiliyoruz. Öyle "hayat güzel, kuşlar böcekler, laylaylom" havalarında olunca bile bu boktan havalar yüzünden insan mikrop kapabiliyor. Herşey psikolojik değil yani!!!
Sonuç olarak hasta da olsam hayat güzel, hayat keyifli. Az sigara içmek süper. Sevdiceğe kavuşacağım tarihin yaklaşıyor olması süper. Çok sevdiğim, dünya iyisi bir arkadaşımın evleneceği haberini almak güzel.(Ama nedense bunu duyunca bile bir hislendim:P) Bülent Ortaçgil ve Zuhal Olcay dinlemek + izlemek güzel. Bazen keşke diyorum bana söylenenleri, canımı acıtan herşeyi kolayca silip atabilsem hayatımdan da sitem biriktirmesem içimde. Daha mutlu bir insan olurdum o zaman sanki. Neymiş, ne kadar ciddiye alınıyorsam, insanları o kadar ciddiye alayımmış.
2 gündür kesintisiz bir şekilde evde yatıyor olunca televizyonda ne kadar gereksiz, ne kadar abuk program varsa hepsini izledim. Allahım bir tane mi adamakıllı, aklı başında program olmaz şu gündüz kuşağında. Her kanalda bir izdivaç ve her birinde birbirinden aciz ve tuhaf insanlar. Allah her birine ayrı ayrı akıl fikir versin, ama izlerken cidden sersemliyor insan şaşkınlıktan. Aptallaştım ben de:)
Kah uyudum, kah ateşlendim ve önümdeki 1-2 günlük nekahat dönemini saymazsam sanırım bir farenjitin daha sonuna geldim. Artık bu senelik farenjit hakkımı doldurmuş olmamı temenni ediyor,  hastalıklar, kem gözler uzak olsun Amin diyor ve süper bir hafta sonu diliyorum.
Farenjit olmayım demiyorum, hobi olarak 10 yılda 1 yine olayım ama 1 yılda 10 değil:)) (FarEnjiti de yıllar yılı farAnjit sanıyordum ama değilmiş meğerse:))
Bu arada, kalan gün sayısı 38, hatta belki şansımız varsa  28, belki 18. Hadi hayırlısı:)
İyi geceler:)

6 Nisan 2011 Çarşamba

kadın kalp erkek :)

Son günlerde internette, gazetede hangi sayfayı açsam nedense hep aynı muhabbetler dönüyor? "Kadınlar, erkeklerden ne bekler?, Erkekler, kadınlardan ne bekler?, Erkekler seksten başka bir şey düşünmez mi?, Kadınlar neden susarlar?," vs. Aslında bunlar zaten hep yazılan, çizilen, konuşulan, üstüne bolca da saçmalanan şeylerdi ama başka derdimiz kalmadığından mı yoksa geldi bahar ayları gevşer gönül yayları modundan mıdır bilmem gözümüze gözümüzüe sokulur oldu sanki orada burada. Ya da başka bir alternatif olarak, şahsen şu bahar aylarına sevdiceğin özlemiyle girdiğimden midir nedir, bu başlıklar sadece benim dikkatini çekiyor da olabilir:)
                     
Onu bunu bilmem de ben de her insan evladı gibi kafa patlatırım arada bu sorulara? Çok da didiklememek lazım esasen kadın ve erkek mevzularını. Nitekim ne bir erkek başka bir erkeğe, ne de bir kadın başka bir kadına benzer. Yani her hangi bir erkeğe sinirlenince "hepiniz aynısınız, hepinizi toplayıp yakmak lazım" diye çemkirmek de gayet yersizdir. Erkeklerin seksten başka bir şey düşünmediğini sanmak, buna inanmak saçmalamanın daniskasıdır. Erkek kişisi de "insan" olarak yaratıldığına göre onun da seksten önce gelen başka hislere de ihtiyacı vardır sanıyorum. Kendisiyle sadece sevişen değil, kendisine sevgi, saygı ve şefkat gösteren, oturup muhabbet edebileceği, beraber gülebileceği, beraber ağlayabileceği bir hatunu olsun ister diye düşünüyorum. Yoksa, seks her yerde, herkeste var. Haa tabii o da önemli bir şey. O da bir ihtiyaç geyiğine hiç girmeyeceğim ama lazım bir şey sonuçta hele ki sevdiğin adam veya kadınla yapılıyorsa ama işte erkekler odunmuş da akılları bel altından başka bir şeye çalışmazmış gibi düşünmek de manasız zannımca. Bu iki cinsin birbirlerinden beklentilerine gelince ve hatta hayattan beklentilerine gelince, sanırım bunu yazmaya, anlatmaya kelimeler yetmez ama hepimizin de dışarıya karşı savunduğumuz şey şu değil midir: "Benim sevgilimden veya kimseden bir beklentim yok!" Peh...Hep inandırmaya çalışırız buna kendimizi ama külliyen yalan olduğunu da içten içe biliriz. En azından ben bilirim. Tamam, genelleme yapmıyorum artık. Ben sevgilimden birşey beklemiyorum derim mesela ama onun hep benimle beraber olmasını ummak, tatile, oraya buraya beraber gitmeyi hayal etmek bile bir beklenti değil midir ki zaten? Allahtan şanslı bir hatunum ki sevdicek de aynı şeylerin hayalinde, ya da beklentisinde, her neyse...Ama genelleme yapıcam bir gün bu konuda ve uzun bir post yazıcam kendi hayatımdan örneklerle...
Kadınlar erkekler derken tabii ki lafım yine benim ilişkime geliyor tam da burada ve sevdiceğin dönüşüne 41 gün kaldığını belirtmeden geçemeyeceğim. Az mı çok mu anlayamıyorum hala ama artık en azından gelmesine aylar yok. Gelsin artık da hayatım renklensin. Anasını satıyım, son 4 ayım bombok geçti, neşeli post yazmayı bile özledim:)
Bir önceki yazımda hastaneye gideceğimden bahsetmiştim. Sağolsunlar bir kaç blogger arkadaşım ilgilenmiş, yorum yapmış, iyi dileklerini iletmişler bana. Tekrar söyleyeyim, test sonuçlarında astım-bronşit çıktı canlar. Normalde yaşıma göre 85 olması gerek solunum fonksiyon testinden 73 alarak sınıfta kaldım ya da bütünlemeye kaldım diyim. Şimdi 25 gün boyunca fısfıs kullanıcam ve tekrar kontrole gidicem. İnşallah o zamana kadar da nefesim açılmış olacak. Düzelsin, çünkü hastalık kaldıracak güçte, modda değilim. Kim ister ki zaten hasta olmayı değil mi canlar?
Böyleyken böyle...kadınlar, erkekler, sevdicek, bronşit derken bir yazının sonuna daha geldik. Hepimiz sevdiceklerimizle mutlu mesut, hayatımızla kavgasız ve en çok da sağlıklı kalalım. İyi geceler:)

3 Nisan 2011 Pazar

salak ben!

İçim daraldı bu havalardan. Bahar yorgunluğu mu desem, bahar depresyonu mu desem, işte o şeyi atamıyorum üstümden. Korktuğum fırtına her an çıkabilir, şehrin diğer ucunda da dolu yağıyormuş deli gibi, aman gelmesin bu taraflara...hava raporu verecek değilim yazı boyunca, içimdekileri susturmaya çalışıyorum sadece. 
İçinde bulunduğum ruh hali bu sefer panik atak değil cidden. Göğsüm ağrıyor tam 1 haftadır. Ortalığı velveleye vermeden güzelce aile hekimimize gittim tavsiye üzerine. Ama kadın benim ne evhamlı biri olduğumu bilmediğinden mütevellit, felaket tellalı gibi kardiyoloğa görünmemin gerekliliğinden tut, astım başlangıcı olma ihtimaline karşı göğüs hastalıkları doktoruna görünmemin aciliyetine kadar olur olmaz cümleler sarfetti bana 5 dakika içinde. Eee bu sefer de demek ki evham değilmiş diyerek aldım yarın sabaha randevuyu, sonra da oturdum ağladım. Yemin ederim doktora gitmekten, her birinin ayrı ayrı istediği envayi çeşit testi yaptırmaktan bıktım usandım. Ben kendime dikkat ettikçe, hastalıktan kaçtıkça, abuk subuk şeyler buluyor, kendine çekiyor beni sanki. Ağlama sebebim de tam da buydu işte. Birşeyim yokken, moralim de gayet güzelken, 2 gün sonra geçer ne de olsa diyerek kendi sesime kulaklarımı tıkarken hoop birisi geliyor bana bunları söylüyor. Yok tansiyonum düşükmüş, yok kalbim neden 100 atıyormuş, yok çok sigara içiyormuşum, yok solunum testi ve tiroid testi yaptırmış mıyım? Bunların çoğunu yaptırdım ben, panik atağım var benim tabii ki de yaptırdım. İşte kendisi yaşamayan bilemiyor bu panik atak denen bokun insanı ne derece paranoyak yaptığını ve yıprattığını. Aile hekimi olacak insanların da azıcık bari olsa insan psikolojisinden anlıyor olması gerek diye düşünüyorum. Demek ki Allah korusun çok önemli bir hastalığım olsa ve o kadının eline düşsem çat diye öleceksin diyecek bana yelloz. "Aile" hekimiymiş! Peh!! Yemişim onun  aile hekimliğini! Velhasıl, ben kadını çok ciddiye almasam da içime kurt düştü bir kere işte ve işin kötüsü ağrı da geçmedi ve yanına da birkaç ekstra anormallik de eklendi. Ya da benim o anormallik sandığım şeyler mevcut göğüs ağrısının panik atak ayağı, bilemiyorum, anlayamıyorum. Vücudumun, beynimin bana oynadığı oyunlardan sıkıldım artık. Kendimden de sıkıldım, vücudumun olur olmaz sinyallerinden de, insanların hissettiğim şeyleri tamamen psikolojik olarak görmesinden de, ve sanki ben bütün bunları seve seve başıma getiriyormuşum da aslında bunu önlemenin çok basit bir yöntemi varmış da ben gerizekalı olduğum için öğrenemiyormuşum gibi muamele görmekten de sıkıldım. Allahım alsın artık içimden bu huzursuzluğu. Zira bahar geliyor, günler uzuyor, etraf neşeleniyor ve fakat benim içim içimi yiyor...
Umarım yarınki doktordan iyi haberler alırım.
Aklımda yazacak bir çok şey var, onlar da akşama ya da başka bir bahara artık....