27 Mart 2011 Pazar

Dünyanın en gereksiz adamı!!!

Bir adam vardı. Adına Şerefsiz diyelim mesela. Muhtemelen 20li yaşlarının sonlarında. O yaşa kadar düzenli bir işte dikiş tutturduğu pek söylenemezdi. Sonra hasbelkader o zamanların en popüler müzisyenlerinden birinin yanında ses teknisyenliği yapmaya başladı. Güneydeki şehirlerden birinde yaptıkları bir turnede güzel mi güzel, delidolu, daha 20 yaşında bir kızımızla tanıştı bu Şerefsiz. Kızın adı da Adsız olsun. Her ne yaptıysa, ne ettiyse bu kızcağızın aklını ve gönlünü çeldi Şerefsiz. İlk gençlik yıllarının kendisine verdiği ateşle bünyesini asilik sarmış Adsız kızımız daha ailesine bile danışmadan Şerefsiz'in evlenme teklifini kabul etti. Ailesi durumu öğrenince şiddetle karşı çıktı, olmaz dedi, evlenemezsin dedi. Oysa ki Adsız'ın gözleri, yüreği, tüm gençliğini, hayallerini, geleceğini bu adama teslim edecek, ailesini karşısına alacak kadar körelmişti. Nitekim kızlarına engel olamayacaklarını anlayan anne ve babası, gönülsüzce de olsa razı oldu bu izdivaça. Şerefsiz, bir İç Anadolu ilimizde ikamet ettiği için, Adsız da otomatik olarak oraya gelin gidecekti. Ve 15 gün içinde, yıldırım nikahıyla evlendiler. Düğün, nikah, kına, gelinlik gibi normalde aylar alan bir takım işler bu süre içine sığdırıldı ve Adsız gözü yaşlı ana, baba ve en çok da ağlak kardeşi tarafından yaşamının dönüm noktası olacak olan o eve, o şehre, o bilinmeze uğurlandı.
Adsız, Şerefsiz'in, ailesiyle birlikte oturduğu eve gelin gitmişti. Ara sıra ailesiyle telefonda konuşuyor, ne kadar da mutlu olduğundan bahsediyordu. Evlendikten kısa bir süre sonra baba evine ziyaret gitmişlerdi. Annesi ve babası her nedense bir türlü ısınamıyorlardı damatlarına. Birkaç ay sonra hamile kaldı Adsız. İlk torunlarını kucaklarına alacakları için pek bir heyecanlanan kızın ailesi, biberonundan, battaniyesine kadar herşeyi alıp 4-5 bavul dolusu bebek eşyasıyla kızlarının yanına gittiler. Gittiler ama gördükleri manzara hiç de sinmedi içlerine. Kızları deli gibi zayıflamış hatta çökmüştü. Zor bir hayatı vardı. Hamilelik, kayınvalide, kayınpeder, koca, büyüdüğü evden çok farklı bir ev ve şehir yıpratmıştı Adsız'ı. Evlendikten tam 1 yıl sonra bir kızları oldu dünya tatlısı, dünya topaçı:) Doğumdan önce ve sonra bir süre kızıyla kalan Adsız'ın annesi, çalışmakta olduğu için, yine gözleri yaşlı bir şekilde bıraktı kızını içine sinmeye sinmeye. Gel zaman git zaman, daha doğumdan 1 yıldan biraz fazla bir süre geçmişken Adsız'dan kötü haberler gelmeye başladı, ne kadar mutsuz ve ailesine muhtaç olduğuna dair. Ailesi kızlarnı yanlarına çağırdı ama Şerefsiz de geldi onunla. Adsız çökmüş, yaşlanmış, tükenmişti. Babasından gizli olarak, annesine yaşadıklarını, çektiklerini anlattı. Yediği dayakları, parmağına batırılan çatalları, hamileyken karnına yediği tekmeleri ve dahasını. Tüm bunlar daha gelin gittiği 2. hafta başlamış ama Adsız hem kocasının korkusundan, hem de babası bunu duyar da Şerefsiz'i öldürür hapse düşer diye tırsarak anlatamamıştı bunları. Ama eninde sonunda gerçekler açığa çıktı ve babası gerçekten de bıçakla Şerefsiz'in üzerine yürüdü. Araya girdiler, ayırdılar. Ve Adsız hata üstüne bir hata daha yaparak kocasıyla evine döndü belki düzelir umuduyla. Kısa bir süre sonra, yine yediği bir dayak sonrası bu defa ailesini aramasıyla, annesinin ve babasının oraya gidip kızlarını ve torunlarını alıp baba ocağına getirmesi şaşılacak birşey değildi elbette. Hemen boşanma davası açıldı. Bu defa Şerefsiz de almaya gelmedi Adsız'ı. Nitekim, boşanmadan daha önemli bir durum vardı ortada. Adsız 1 buçuk aylık hamileydi. İstemedi çocuğu, alın bunu dedi doktora, boşanıyorum ben dedi, ama ailesine, en çok da babasına söz geçiremedi. Her çocuk rızkıyla, şansıyla doğar, biz aciz değiliz, düşkün değiliz, hep beraber geçinir gideriz düşüncesinde olan babası engel oldu torununun aldırılmasına. Şerefsiz de öğrendi elbet bu hamileliği ve tepkisi "bu çocuk benden değildir" oldu yine şerefsizliğini yaparak, karısını 1 gün bile evden çıkarmadığnı, kendisine köle ettiğini, Adsız'ın yapayalnız bir insan olduğunu unutarak. Kısa bir süre sonra boşandılar. Adsız'ın 2. çocuğu da doğdu. Şerefsiz dayanamayarak çocuğu görmeye gitti ve kendisinin tıpatıp kopyası olduğunu görünce bağrına(!!!) bastı oğlanı. Böylece oğlan adını yıllarca ağzına bile almayacağı bir adamın soyadıyla gelmiş oldu dünyaya. Şerefsiz yıllarca görmedi çocuklarını. Adsız 2 çocuğuyla birlikte ailesinin evinde bazen mutlu bir şekilde bazende hengame içinde yaşadı gitti yıllarca.
Sonradan öğrendi ki Şerefsiz, Adsız'ın ardından hemen evlenmiş ve yeni karısından olan çocuğuyla Adsızdan olan çocuğu arasında her nasıl oluyorsa sadece 7 ay fark varmış. Sonra o karısını ve çocuğunu da terk etmiş ve yeniden evlenmiş ve yeniden ve yeniden. Kim bilir kaç kadının, kaç çocuğun hayatını karartmış spermleriyle.
Bu arada Adsız'dan olan çocuklarını yıllarca aramadı Şerefsiz. O çocuklar yıllarca büyükbabalarına baba dediler. Ama okula başladıklarında kendilerine açıklanmak zorunda kalındı olan biten, en azından babalarının hiç görmedikleri veya hatırlamadıkları bir adam olduğu. Kız yine de içgüdüsel olarak babasını merak ediyordu. Ne de olsa kardeşine nazaran daha çok ilişki kurabilmişti babacığıyla(!!!). Zaten çok iyi kalpli olan babaannesi ve dedesi de 5 yılda 1 falan arıyorlardı onu. Hatta büyüdüğünde birkaç kez babasının yanına kalmaya gitti ve her seferinde ondan daha çok nefret ederek ana kucağına döndü. Oğlan, babasına asla baba demedi ve ondan her zaman nefret etti. Zaten 20li yaşlarının ortalarında olduğu şu yıllarda babasını 4 kere falan görmüşlüğü var.
Şerefsiz'e gelince. Şerefsiz evlendi boşandı ve çok canlar yaktı. Bir ara işleri iyi gitti, zengin oldu, paralar kazandı, götü kalktı. Ama kadınlarINdan aldığı beddualardan olsa gerek işleri yolunda gitmedi ve defalarca battı, yine battı. Çocuklarına ayda 50 lira nafaka ödememek için bin takla attı, mahkemelik oldu. Zaten nafakaya da ihtiyacı olan yoktu ama hırstı, nefretti aslında bu. Nitekim Adsız'dan olma çocuklarına zerre faydası dokunmadı ki, Adsız, çocuklar biraz büyüyüp ailesinin yanından ayrılmaya karar verip kendi hayatını kurunca çok zor günler geçirdi hem maddi hem de manevi olarak. Ailesinin desteğini hiç kaybetmedi ama yine de kadın başına 2 çocuğa bakmak, büyütmek yeterince zordu ve ne gençliğini ne de orta yaşlarını gönlünce yaşayabildi. Zaten delidolu bir genç kızken, Şerefsiz yüzünden üniversiteyi de bitirememiş ve bir meslek sahibi olamamıştı. Şimdi ise hem yeni bir iş ediniyor, hem de yeni bir hayat kuruyordu. Hep bir mücadele hep bir fedakarlık oldu hayatında.
Birgün, oturdukları güney kasabasında çarşıya çıkan Adsız'ın kızı, karşısında birden babası olacak Şerefsiz'i gördü. Şerefsiz yine yeni bir kadın bulmuş ve bu defa da onun peşinden gelmiş, sanki koca ülkede başka yer kalmamış gibi Adsız'ın burnunun dibinde bitmişti işte. Adsız, Şerefsiz'i en son 25 yıl önce görmüştü. Şerefsiz ne yapıp edip oturdukları evi öğrenmiş ve bir de utanmadan ziyarete gitmiş, aklını çelmeye çalışmıştı kızının ve hayatını mahvettiği kadının. Allahtan Adsız da kızı da kanmadı ona ve postaladılar. Bir kez daha hayatlarının içine edemedi yani. Şu anda hepsi aynı kasabada oturmakla birlikte birbirlerini hiç görmüyorlar. Allah Adsız ve çocukların yanındaki elbette Şerefsiz'i onların karşısına çıkarıp hayatlarını zehir etmiyor, morallerini bozmuyor.

Bu kadar uzun oldu ama bir sürü detayı da atladım aslında. Hayatta beddua edilmesi gereken bir insan varsa o da Şerefsiz olacak bu şerefsiz kişidir. Vicdansız, haysiyetsiz, adi yaratıktır. İnsan bile değildir kendisi, nitekim benim canım ablam ve yeğenlerimle birlikte daha pek çok insanın hayatını mahvetmiş, onarılamayacak psikolojik hasarlar bırakmıştır. Hayatta kin tuttuğum, görürsem yüzüne tükürmekten zevk alacağım yegane şeydir kendisi. Evet "şey"dir, çünkü benim gözümde şu masada duran vazonun bile Şerefsiz'den daha önemli misyonları vardır hayatta, daha çok işe yarar, en azından içindeki çiçeği sarıp sarmalar. Şerefsiz gibi döllerini saça saça onun bunun canını yakmaz. Yazının başlığında Şerefsiz için "adam" dediğim için tüm adamlardan özür dilemeyi de borç bilirim bu arada. Ben bedduadan korkarım, bilen bilir. O'nun için tek söyleyeceğim şey şu "Allah onu bildiği gibi yapsın!!!" Allah onu bildiği gibi yaparken de benim ablamın, benim yeğenlerimin, benim ailemin hep yanında olsun...
Kendisiyle aynı havayı teneffüs etmediğimi umduğum bu kasabadan herkese iyi geceler...
**Bu yazının şarkısı da ŞU olsun...

6 yorum:

  1. Buna benzer bi sey benimde teyzemin basına gelmişti.. Onunda hayatı aynı ablanın yaptıgı gibi mücadele ve fedakarlıklarla geçiyo
    Gözlerim doldu okurken Allah ablanın ve yeğenlerinin yanında olsun ve o "şeyi" bildiği gibi yapsın Allah bunun karşılığını ona mutlaka verir hiç merak etmeyin

    YanıtlaSil
  2. Böyleleri o kadar çok ki... Ama büyük oranda suç o oğulları "aslanım, koçum, sen bir tanesin!" diye yetiştiren analardadır bence. Zira insan, evladına önce insan olabilmeyi öğretmeli it olmayı değil!
    Erkek egemen toplumdan da oğlum oldu diye kasım kasım kasınan kadınlardan da nefret ediyorum.

    YanıtlaSil
  3. @Nameless teyzen ve ablam gibilere Allah yardım etsin. Onları o hale getirenlerin de 2 yakaları bir araya gelmesin.
    @Şirvan gerçekten de herşey annelerde bitiyor. Bizim de bir gün erkek evlatlarımız olursa onlara benzetmeyelim!

    YanıtlaSil
  4. Şerefsiz doğru bir rumuz olmuş ama biraz az gibi geldi bana. Şerefsizin önde gideni sanırım bu insancık. Nefretlik, bin beter olsun.
    Ablana ve yeğenlerine sevgilerimi ilet, herşey gönüllerince olsun inşallahh :))

    YanıtlaSil
  5. @Aslı öyle vallahi. şerefsizin önde gideni daha uygun olurmuş:) hatta önde gidip flama taşıyanı da olur:)

    YanıtlaSil
  6. Flama uygundur beğendim, öyle olsun :))

    YanıtlaSil